21 Ocak 2010 Perşembe

Her derde deva besin:CEVİZ

Sofralarımızda sıkça yer verdiğimiz, tatlılarımızın vazgeçilmez malzemesi ceviz, kabuğuyla, içiyle, hatta perde tabir edilen iç bölümünde yer alan odunsu zarlarıyla pek çok hastalığın tedavisine destek oluyor.

Sağlıklı Beslenme Uzmanı Dr. Dilek Polat, cevizin cilt rahatsızlıklarından saç dökülmesine, tiroit hastalıklarından ağız kokusuna kadar birçok hastalığın tedavisinde kullanılabileceğini belirtti.

Dr. Polat, kalp sağlığı açısından büyük önem taşıyan doymamış yağ asitlerini yüksek düzeyde içeren cevizin, kolesterol birikimini ve damar sertliğini önleyici etkisinin halk arasında artık daha iyi bilindiğini, bu nedenle damak zevkinin yanı sıra, birçok insanın sağlık nedenleriyle ceviz tüketmeye başladığını söyledi.

”Doğanın mucizelerinden” cevizin farklı kullanımının ise iyi bilinmediğini ifade eden Polat, yaş ve kuru ceviz kabuklarının basit işlemlerle çok etkili sonuçlar vereceğini kaydetti.


-GÜÇLÜ VE CANLI SAÇLAR-

Dr. Polat, saç dökülmesine ve saçlarının yeterince canlı olmadığını düşünenlere cevizin kuru ve yaş kabuğunu öneriyor.

Polat, 20 tane cevizin sert kabuğunu 1 litre suda 10-15 dakika kaynatarak elde edilen suyun saç durulamasında kullanılması durumunda, saçların dökülmesinin son bulacağını belirtiyor.

Taze cevizin yeşil kabuğunun az suyla kaynatılması sonucu macun elde edileceğini anlatan Polat, bu macunun da saç maskesi olarak kullanılabileceğini kaydediyor.

-DİNLENME, TİROİD, AĞIZ KOKUSU-

Sağlıklı yaşamak ve beslenmek isteyenlerin mutfaklarından cevizi eksik etmemeleri gerektiğini ifade eden Dr. Polat, şu bilgileri verdi:

”8 tane cevizi bir bardak suda 2 gün bekletin. Günde iki ceviz olmak üzere tüketin ve cevizleri içinde beklettiğiniz suyu da için, 4 günlük kür sonunda ne kadar dinlenmiş hissettiğinize şaşıracaksınız. Cevizin arasında bulunan perdeleri atmıyoruz. 25-30 kadar ceviz perdesini bir litre suda güneş görmeyen bir yerde bir hafta bekletiyoruz. Sabahları aç karnına her gün bir bardak tüketiyoruz, tiroid hastalarına çok yardımcı olacaktır.

Ceviz yaprağını suda kaynatıp biraz zeytinyağı ekleyin. bu karışımla düzenli gargara yapıldığında ağız kokusu sorunu da ortadan kalkacaktır.”

Günde birkaç ceviz tüketmenin sindirim sistemi hastalıkları, öksürük, göğüs ağrıları gibi birçok şikayeti azaltığına işaret eden Dr. Polat, pürüzsüz bir cilt isteyenlerin de yine ceviz kabuğu suyundan yararlanabileceklerini kaydetti.

A.A

Gribe Yakalananlar Bol Ayva Yiyin

Ayvanın faydaları çok eski çağlardan beri biliniyor. Romalılar parfümden, bala kadar her şey için ayvanın meyve ve çiçeklerini kullanmışlar. Ayvanın meyvesi gibi çekirdeği ve yaprakları da işe yaramakta boya ve kozmetik sanayinde, tıpta da ilaç yapımında kullanılmaktadır. Ayva, protein, şeker, organik asit, A, B2 ve C vitamini ve demir, bakır, potasyum gibi minerallerden zengin, tohumları ise yağ ve protein içeriyor.

Çocukların büyümesini ve gelişmesini hızlandırıyor
Ayva, çocuklarda sağlığı korur, büyüme ve gelişmeyi hızlandırır. Birçok hastalığa şifa olan ayva, kalp, akciğer, boğaz, mide, göz, bağırsak ve ağız rahatsızlıklarının tedavisinde faydalıdır. Her yaşta sinir sistemini güçlendirir, mide ve bağırsakları zararlı mikroplardan koruyarak hazımsızlık gibi sorunları önler. Cildi ve tırnakları zinde, parlak ve daha sağlıklı hale getirir.

Grip ve nezle de iyileşmeyi hızlandırır. Ayva ya da ayva suyu ishalin geçmesi için de çok faydalıdır. Meyvesi veya meyvesinden hazırlanan şurup ve komposto ishale iyi gelmektedir. Vücudun gücünü artırarak, zinde tutmaya yardımcı olarak yorgunluk ve bitkinlikten korur. Ağız kokusunu önler. İçerdiği vitamin ve minarelerle kalp ve damar hastalıklarından koruduğu, varisi önlediği ve varis tedavisine yardımcı olduğu, cinsel gücü artırdığı bildirilmektedir. Kandaki kötü kolesterolü düşürerek damar sertliğinden korur. Ayva hoşafı ağızdaki yaraların iyileşmesini hızlandırır. Tereyağında pişirilen ayva, balgamı söker, kronik öksürüğe, solunum sistemi hastalıklarına ve bronşite iyi gelmektedir.

Ayva çiçeği kaynatılıp içildiğinde annelerin sütünü artırır, kalbi güçlendirir ve baş ağrısına iyi gelir. Ayva kabuklarının kaynatılıp içilmesi, idrar yolu iltihaplarında iyileşmeyi hızlandırır.

Ağızdaki yaralar, boğazdaki şişlik ve ağrı için ayvanın kendisi ya da yapraklarının kaynatılıp suyu ile gargara yapılabilir.

Dudak çatlamalarını önlemek ya da iyileştirmek için de ayva çekirdekleri kaynatılıp dudaklar bu suyla yıkanabilir.

Ayva yaprakları çay gibi demlenip içildiğinde sakinleştirir ve uykusuzluğa iyi gelir.

mynet.com

Yemekten sonra yapılmaması gereken 7 şey

Yemek yedikten sonra ne yaptığınız sağlığınız için çok önemli. Uzmanlara göre, yemek yedikten sonra yapılması sakıncalı olan şeyler, zamanla sağlık problemlerine neden oluyor…

Yürümeyin:

İnsanlar çoğu zaman, yemeklerden sonra 100 adım yürümek 99 yaşına kadar yaşamanızı sağlar derler. Gerçekte bu doğru değildir. Yürümek sindirim siteminin aldığımız gıdalardan besinlerin emilimini engeller.

Hemen uyumayın:

Aldığımız gıdalar yeterince sindirilemez. Bu durum bağırsağımızda gastrit ve enfeksiyona önderlik eder.

Banyo yapmayın:

Banyo yapmak ellerdeki, bacaklardaki ve vücuttaki kan akışını hızlandırır, böylece mide çevresindeki kan miktarı bu durumda azalır. Bu da midemizin sindirim sistemini zayıflatır.

Hemen meyve yemeyin:

Yemeklerin peşinden yenen meyveler midenin havayla davul gibi şişmesine neden olur.

Çay içmeyin:

Zira çay yaprakları yoğun asit içerir. Bu madde tükettiğimiz gıdalardaki proteinin hazmını zorlaştırıyor.

Kemerinizi gevşetmeyin:

Yemekten sonra kemeri gevşetmek kolaylıkla bağırsak düğümlenmesine ve tıkanmasına neden olur.

Sigara içmeyin:

Uzmanlarca yapılan deneyler, yemeklerden hemen sonra içilen bir sigaranın 10 sigaraya eşdeğer olduğunu kanıtlamıştır. (Kanser olma riski daha yüksek.)

20 Ocak 2010 Çarşamba

SINAV KAYGISI Kaygı nedir?


Kaygı; kaynağı belli olmayan, korkudan daha az şiddetli olan ve uzun süren bir huzursuzluk halidir.

Kaygı düzeyiniz neden artar?

Kaygının temelinde olaylara verilen anlamlar vardır. Sınavlar, sizin "bilgi düzeyinizi" ölçer. Sınavları "kişiliğinizin sınanması" gibi düşünürseniz kaygılanmaya başlarsınız. Kendinizi başkalarıyla kıyaslarsanız, ister istemez kaygı düzeyiniz artar. "Üniversiteyi kazanamazsam geleceğim mahvolur" diye düşünmek, sizi kaygılandırır ve performansınızı azaltır. "Mutlaka kazanmalıyım", "hata yapmamalıyım" gibi düşünceler de kaygı düzeyinizi artırır. "İçimden ders çalışmak gelmiyor" diyerek, bir iç sıkıntıyla zaman geçirmenin verdiği huzursuzluk kaygı düzeyinizi daha da artırır.

Kaygı düzeyinizi nasıl azaltabilirsiniz?

Tüm davranışlarınızı beyniniz yönetir. Beyninize nasıl mesaj gönderirseniz, davranışlarınız ona göre şekillenir. Çalışmalarınızı sistemli bir şekilde sürdürüp kalan eksiklerinizi kapatmaya çalışırsanız, bu sizi rahatlatacak ve kaygı düzeyinizi azaltacaktır.

HAYATIMI DEĞİŞTİRMEK İSTİYORUM (HAYDİ)

Başlarken;

Neden bazı insanlar diğerlerinden daha başarılıdır ?

  • Daha zeki veya yetenekli olduğu için mi ?
  • Çevresinden daha fazla destek gördüğü için mi ? (torpilli mi ?)
  • Şansımı yardım etti ? ( kader)
  • Zengin mi doğmuştu ?

Daha başka cevaplar da bulmak mümkün elbette. Her birinin doğruluk payı da olacaktır. Fakat bu tür cevaplardan hiç biri beni tatmin etmiyor. Müsaadenizle açıklayayım; İlk maddede ki zeki ve yetenekli kavramlarına bakalım. Bu ülkede zeki ve yetenekli olmak başarılı olmak için yeterli mi ? Siz kendinizi aptal veya yeteneksiz mi hissediyorsunuz ? Kimin daha zeki olduğuna IQ\ EQ testleri mi karar verecek ? IQ testinden yüksek alamazsanız asgari ücretle çalışan biri olmayı kabul mu edeceksiniz ?

Zeka nedir ? Şu anda sahip olduğunuz zeka ve yetenek seviyeniz başarılı olmanızı engeller mi? Bir, iki dakika düşünün...

Benim cevabım koca bir HAYIR !

Doğuştan veya sonradan bir rahatsızlık geçirmediysen şu andaki aklın başarılı olmak için yeterlidir. Kanıt mı ?.

İyi yetiştirilen kentli ve zengin aile çocuklarına bakalım ; Bu çocukların hepsi zeki mi ? Nasıl oluyor da Türkiye'nin ve dünyanın en güzel ama bir o kadar da zor okullarını bitiriyorlar. Yaptıkları işlerde en az babaları kadar başarılı oluyorlar. Böyle bir şey mümkün mü? Allah, " bunlar zengin çocukları, daha fazla beyine ihtiyacı var ; ben de daha fazla vereyim" mi diyor?

HAYIR !!!

O zaman farkı yaratan nedir ?

Ben bu yazı dizisinde, bu soruya bulduğum cevapları sizinle paylaşmak istiyorum. Yalnızca farkı yaratan şeyleri değil, bu farklar nasıl kapanır, nasıl öne geçilir bunlar da bu yazı dizisinde incelenecek.

Fakat daha fazla ilerlemeden önce "Neden bazı insanlar diğerlerinden daha başarılıdır ?" sorumuza verdiğimiz diğer cevapları inceleyelim.

  • Çevresinden daha fazla destek gördüğü için mi ?
  • Şansımı yardım etti ?
  • Zengin mi doğmuştu ?


Evet tüm bu olgular birer gerçeklik. Ancak bu üç cevapta bizi yolumuzdan çevirmemeli. Neden mi? Çünkü;

Bu noktada konuyla ilgili doğduğum mahalleden bir örnek vermek istiyorum.

İzmir'in, Şirinyer İlçesine bağlı, Çamlık Mahallesi'nde, 797 Sokak'da doğdum.(İzmir'de sokalar numaralıdır.) Bizim sokağın 150-200 m. Ötesinde İşçi Evleri Semti başlıyordu. O semt bizim sokağa göre çok daha düzenli, bahçeli evlerden oluşuyordu. Çocukların gittikleri okullar da, yaşam tarzları da bize çok modern gelirdi. Bizim mahalle ise daha çok göçle oluşmuş, gecekondu irisi evlerden oluşuyordu. Benden yaşça küçük bir arkadaşım dedi ki;
-Ahmet Abi, Keşke 150 m. ötede doğsaydım. Bütün hayatım değişik olurdu.
Selçuk bunu söylediğinde 12-13 yaşındaydı. Yalnızca 150 m., 150 m. İle hayatının değişeceğini düşünüyordu. Bu gün bir bankada koruma görevlisi ve bir işi olduğu için mutlu. Ama 150 m. Ötede doğsaydı, örneğin başarılı bir mühendis olabilirdi. Çok farklı bir hayat yaşıyor olabilirdi. Farklı bir eş, farklı bir ev, farklı arkadaşlar. Boş vakitlerini kahvede geçirmezdi.

Özet olarak, o daha kaliteli bir yaşamı hak ediyordu. Biz de daha kaliteli bir yaşamı hak ediyoruz. Doğumumuzla beraber oluşan şartlar kaderimiz değil. Bizim dışımızda gelişen olayları kabul etmeliyiz ama onlara boyun eğmek zorunda değiliz.
Anneni ve babanı seçemezsin, çevreni seçemezsin ama geleceğini seçebilirsin.

Şimdi okuyanlar arsından " söylemesi kolay, gel de sen değiştir" diyenleri duyar gibiyim. Kendimden değil de, yakın tarihimizden bir örnek vermek istiyorum;

Kurtuluş savaşı öncesi ülkenin durumunu düşünün. "Tam Bağımsızlık" . Bu sözcüğü aklına getiren kaç kişi vardı? Büyük bir hayaldi. Ülken işgal altında, büyük bir karışıklık hüküm sürmekte ve aydınlar bile en az hasarla, kime teslim oluruz tartışmasında. Cevabı biliyorsunuz. Eğer Gazi ve arkadaşları mevcut duruma (acı gerçekler) boyun eğselerdi, bu gün ülkemiz küçük bir gerici ülke olurdu veya yok olurdu.

Hayatı ısmarlayamayız ama gelen yemeği beğenmiyorsak kendimize yemek yapabiliriz. Yada oturup, durumumuza kahredip hayıflanabiliriz.
-Keşke 150 m. ötede doğsaydım.

Ben Hayatımızı Değiştirebileceğimize İnanıyorum. Ve bu konuda öğrendiklerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Bir sonra ki yazıyla başlıyoruz.

DERS ÇALIŞMAYA HİÇ VAKTİM YOK

DERS ÇALIŞMAYA HİÇ VAKTİM YOK Eğer siz de ders çalışmak için zamanınızın yetersizliğinden şikayet ediyorsanız bu yazıyı okumanız yararınıza olacaktır. Tabiki size elinizdeki 24 saatten daha fazlasını veremeyiz. Ancak size elinizdeki 24 saati nasıl daha efektif kullanabilirsinizle ilgili bazı sırlar verebiliriz.

Yetişkin bir insan günde altı hatta daha az uyurarak hayatını idame ettirebilir. Birçoğunuzun ortalama altı saatten daha fazla uyuduğunu düünerek daha az uyumanızı tavsiye edebilirm. Ancak bu yazının amacı sizi daha az uykuya yönlendirmek değil. Alışageldiğiniz uyku düzeninizi değiştirmeden, uykudan geriye kalan zamanı daha verimli kullanmanıza yönelik tavsiyelerde bulunmak sadece.

Hayalinizde bir deney tasarlayın. Bir cam fanüsünuz olsun ve sizden içini doldurmanız istensin. Bunun içinde sizlere içinde ne olduğunu bilmediğiniz dört kap malzeme olsun. Deneye başlayın ve birinci kabı açın. Birinci kabın içindeki büyük taş parçalarını fanüsün içine doldurun. Fanüsün ağzına kadar dolduğundan emin olun. Tamamiyle doldu mu?

Eğer cevabınız "evet" ise şimdi ikinci kabı açın. İçindeki ufak çakıl taşlarını fanüsün içine yerleştirmeye çalışın. Şaşırdınız değil mi? Sizin dolu zannettiğiniz fanüs hala içine birşeyler alabiliyor. Fanüs ağzına kadar dolduğunda bu işe bir son verin. Sizce şimdi fanüs doldu mu?

Herhalde geriye kalan iki kabın bir hikmeti vardır deyip "hayır" cevabı vermiş olabilirsiniz. Şimdi üçüncü kabı açıp içinde kum olduğunu gördünüz. Kumu fanüsün içine boşaltmaya başalayın. Kum tanecikleri boş buldukları her yere nüfuz edeck ve fanüsü ağzına kadar doldurmanıza yardımcı olacaktır. İşte şimdi fanüs gerçekten ağzına kadar dolu görünüyor değil mi?

Görevi tamamlamış olma niyetiyle dördüncü kabı da açın. Ne görüyorsunuz? Bir kap dolu su... Şimdi suyu fanüsün içine boşaltın. Gözlerinize inanamayacaksınız. Ağzına kadar dolu zannettiğiniz fanüs dördüncü kabın içindeki suyu tamamen aldı. İşte şimdi fanüs gerçekten ağzına kadar dolmuş oldu.

İşte bizim hayatımızda buradaki fanüs gibidir. Her günümüzde sadece 24 saatimiz vardır ve ne yaparsak yapalım bunu 25'e çıkarma şansımız yoktur. Bu 24 saati dolu dolu yaşamak ve günümüzü ağzına kadar doldurmak ise bizim elimizdedir.

Her insanın hayatında çok önem verdiği işler vardır. Aile, okul, kız veya erkek arkadaşınız örneğimizdeki büyük taşlar gibi hayatınızın tamamını dolduruyor gibi görünebilir. Bir de bunların yanına alışveriş, televizyondaki futbol maçları, haftada bir yayınlanan en sevidğiniz dizi gibi çakıl taşlarına benzetebileceğimiz işler eklenince bütün zamanınız tükenmiş gibi durabilir. Aslında bu sadece bir yanılmadır. Daha küçük işler için hala vaktiniz vardır aslında. Örneğin maç başlamadan önceki yarım saat veya akşam yemeğinin hazırlanmasına kadar olan 20 dakika sizin için kullanılabilecek değerli zamanlardır. Bu tür zamanları kum tanecikleriyle doldurabilirsiniz.

Peki örneğimizdeki suyu günlük yaşantımızda neye benzetebiliriz derseniz işte cevabı. Otobüste giderken, tren beklerken, tenefüslerde, reklam aralarında su gibi her hacme sığdırabileceğiniz ufak işleriniz olabilir. Örneğin geometri formüllerini yazdığınız bir kağıt parçasını her zaman cebinizde veya cüzdanınızda taşıyabilir ve birkaç dakikalık boş zamanlarınızda bile geometri formüllerini tekrar etmeye fırsat bulabilirsiniz.

Aslında Öğrenci Seçme Sınavı'na hazırlana bir insanın zamanının büyük bir kısmını çalışmaya ayırması daha doğru olur. Bütün geleceğini etkileyecek olan bu sınav için bir sene boyunca dişini sıkması gelecekte daha rahat ve huzurlu bir yaşantının anahtarı olabilir. Bu açıdan düşünüldüğünde hayatınızdaki tüm büyük taşlar, çakıllar, kumlar ve su ÖSS için adanabilir. Tabiki belirli bir süre.

Kendinize bir çalışma planı çıkarın. Örneğin günde en az 4 saat çalışmayı prensip edinmeye çalışın ve bunu büyük taşlar olarak görün. Bu dört saati tamamiyle ders çalışmaya ve soru çözmeye ayırın. Sonra hayatınızda çakıl taşları için kullanabileceğiniz zamanları belirleyin. Örneğin her sabah kahvaltıdan sonra okula gitmeden önce yarım saat boş zamanınız varsa bu zaman diliminde bir 20 soruluk bir konu tarama testi çözmeyi alışkanlık haline getirin. Serviste, tenefüste, durakta hatta yürürken bile kullanabileceğiniz çalışma notları hazırlayın. Aslında ne kadar çok vaktiniz olduğuna siz de şaşıracaksınız.

Dolu dolu günler dileğiyle...

Matematik dersine nasıl çalışmalıyım?


Matematik dersine çalışmaya başlamak için, temel konuları seçebilirsiniz. Temel aritmetik bilgileri matematiksel işlem yeteneğinin özünü oluşturur. Dört işlem, doğal sayılar, tamsayılar ve rasyonel sayılarla işlemler ve bunların özelliklerini, bir cebirsel ifadenin çözülüşünü bilmeden, matematiğin diğer konularını anlamakta zorlanırsınız.
Temel aritmetik ve cebir bilgilerinden eksiğiniz olduğunu düşünüyorsanız. Çalışmaya doğal sayılar, tamsayılar, rasyonel sayılar ve cebirsel ifadelerle işlemlerin, ne şekilde yapıldığını öğrenerek başlayabilirsiniz.
Doğal sayılardaki işlem özelliklerini öğrenin. (Dört işlem, işlem önceliği, değişme birleşme vs özellikleri)
Tam sayıların işlem özellikleri oldukça önemlidir. Tamsayılarda dört işlem 6.sınıftan itibaren öğrencilerin zorlandığı konular arsındadır. Tamsayılarda toplama, çıkarma, çarpma, bölme işlemlerinin nasıl yapıldığına ilişkin kuralları iyice öğrenin. Çünkü ilerleyen aşamalarda yapacağınız tam sayılarla işlemler daha sonra göreceğiniz konularla (rasyonel sayılar, üslü sayılar vs konular.) yapacağınız işlemlerle yakından ilgilidir.
Rasyonel sayılarda dört işlem ve sıralama gibi başlıklardaki bilgilerinizi geliştirin veya pekiştirin. Bilgilerinizi test edin eksiklerinizi giderin.
Cebirsel bir ifadeyi nasıl düzenleyeceğinizi, bilinmeyenin nasıl bulunacağına ilişkin işlem basamaklarını iyice kavrayın. Cebirsel ifadeler, problemleri çözerken çokca başvurduğumuz bir konudur.
Bu eksiklikler önemlidir ve temeldir. Bunlar öğrenilmeden daha karmaşık matematik konularını kavramakta zorlanırsınız. Temel aritmetik bilgisi eksik olan bir öğrenci, karmaşık bir konuyu anlamak için harcayacağı çaba ve zamanı, tam sayı yada rasyonel sayı işlemlerinin kurallarını hatırlamak için harcayacak ve konuyu yeterince kavrayamayacaktır.
Temel aritmetik ve cebir bilgilerinizdeki eksikleri tamamladıktan sonra. Yeni konulara yoğunlaşabilirsiniz. Konuları kitaptan çalışıyorsanız, matematik kitabını bir roman gibi okumayın. Yavaş ve dikkatli bir şekilde tanım ve kuralları inceleyin ve anlamaya çalışın. Önemli gördüğünüz yerlerin altını çizin. Önemli formülleri kutu içine alın. Konunun bitiminde, çözümlü soruları çözümüne bakmadan kendininiz çözün ve çözümünüzü kitaptakiyle karşılaştırın. Çözemediğiniz soru ve alıştırmaları kesinlikle es geçmeyin. Onları işaretleyip öğretmeninize sorun.
Bir yöntem olarak, çalıştığınız konunun kural ve formüllerini küçük kartlara yazarak yanınızda taşıyabilir, zaman zaman bakabilirsiniz. Hatta arkadaşlarınızla kartları kullanarak kendinize bir oyun bile geliştirebilirsiniz.
Bir konuyu iyice kavramadan diğer konuya geçmemeye çalışın.:
Bol bol soru çözün çözemedikleriniz için yardım almayı deneyin. Soruyu çözmeye başlamadan önce, soruyu çözemeyeceğinize değil çözebileceğinize odaklanın.
“Einstein: çözmem için bir soru verilse, çözümü içinde 5dk verilse ben 4dk mı soruyu anlamaya, 1 dk mı çözmeye harcarım demiş”
Soruyu çözmeye başlamadan önce onu anlamalısınız bunun için size neler verilmiş sizden neler isteniyor onu anlayın sonra uygun strateji ile soruyu çözmeye başlayın.
Nereden başlayacağınızı bilemiyorsanız genede çözüme dair bir şeyler yazmaya çalışın. Bu size, çözüme götürecek bir yol bulmanızı sağlayabilir.
Ben bu işi başaramam, matematikten anlamıyorum gibi iç konuşmalardan kendinizi kurtarın. Çalışmaya başlayın.
Son olarak sınava girmeden önce ders notlarınızı inceleyin. Öğretmeninizin üzerinde durduğu noktaları gözden geçirin. Sınıfta çözdüğünüz ve kitapta verilmiş olan soruları tekrar çözün. Size anlatılmayan hiç bir şey sınavda karşınıza çıkmayacaktır.
Başarılı olabileceğinize inanın, kendinize güvenin.
Sağlıcakla kalın.

En verimli ders çalışma süreleri



En az yarım saat en fazla bir saat ders çalışın
Milli Prodüktivite Merkezi (MPM) tarafından hazırlanan ''Eğitimde etkin öğrenme ve ders çalışma yöntemlerinde verimlilik'' başlıklı broşürde, çalışma sürelerinin en az yarım saat, en fazla bir saat olarak ayarlanması, her bir saatte 10 dakika ara verilmesi tavsiye ediliyor.
Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için en temel girdinin öğrenci fonksiyonu olduğu belirtilen broşürde, öğrencinin herhangi bir bilgi, tutum ve davranışı öğrenmesi için öncelikli olarak öğrenmeye istekli olması gerektiği anlatılıyor.
Öğrencinin başarılı olabilmesinin etkin öğrenme ile gerçekleşeceği kaydedilen broşürde, öğrencinin harcadığı çaba oranında başarı gösterememesi durumunda çalışmanın verimsiliğinden söz etmek gerektiği belirtiliyor.
Etkin öğrenme tekniklerinin eğitimde kullanılmasının öğrenciye, katılımcılık, olumlu ve amacına uygun bilgi, tutum ve davranış değişikliği, öğrenilen şeyin yaşantıda kullanımı ve sorun çözücü düşünme yeterlilikleri kazandıracağına işaret edilen broşürde, etkin öğrenme ve verimli ders çalışma konusunda şu önerilerde bulunuluyor:
''Öğrenciler öncelikli olarak kısa ve uzun dönemli hedeflerini belirlemelidir. Öğrenci ders çalışmaya başlamadan önce çalışma ortamını düzenlemelidir. Öğrenciye mümkünse ders çalışabileceği bir oda, bu sağlanmıyorsa evin içinde uygun bir köşe veya yer ayırmalı, buraya bir masa ve sandalye yerleştirilmelidir. Çok rahat ve yumuşak bir koltuk, kanepe veya yatak üzerinde uzanarak, yatarak çalışma, öğrencinin ağırlaşmasına neden olabilir. Çalışma masasının karşısına veya öğrencinin göz hizasına gelecek şekilde, dikkati dağıtıcı, hareketli veya sabit materyal yerleştirilmemelidir. Çalışma ortamı gürültüden, müzik veya TV sesinden arındırılmalıdır.''

-DERS ÇALIŞIRKEN ELMA TÜKETMEK FAYDALI-
Çalışma ortamının sık sık havalandırılması gerektiği vurgulanan broşürde, şu bilgilere yer veriliyor:
''Öğrenci dikkatinin dağıldığını ya da hayaller kurma eğilimine girdiği anda odayı havalandırmalı, basit egzersizler yaparak dikkatini yeniden toplamalıdır. Çalışma ortamında ışığın konumuna veya ısıya dikkat edilmelidir. Öğrencinin kullandığı ışığın görmeyi engelleyecek veya gözlere zarar verebilecek düzeyde olmamasına dikkat edilmelidir. Öğrenci ders çalışma öncesinde hafif gıdalar almalıdır. Aşırı tokluk veya açlık ders çalışmayı engelleyen önemli etmenlerdir. Bunun yanında ders esnasında aşırı olmamak kaydıyla şekerleme veya elma yemek faydalı olacaktır. Uyku düzeni de önemli bir etmendir. Çünkü dinlenmiş bir zihne alınan bilgiler kalıcı olacaktır. Düzenli bir uyku ile unutma oranı düşecektir.''

-AYNI GÜN TEKRAR FAYDALI-

Ders çalışmaya öncelikle o gün okulda öğrenilen konuların gözden geçirilerek başlanması gerekiliğine işaret edilen broşürde, yapılması gerekenlerden bazıları ise şöyle sıralanıyor:
''Çalışma süresi en az yarım saat, en fazla bir saat olarak ayarlanmalı, her bir saatte yaklaşık on dakika ara verilmelidir. Bu aralarda başka bir dersin ön hazırlığı yapılabilir. Öğrenci çalışma ve dinlenme zamanını planlamalı, belli bir disiplin içerisinde çalışmalıdır. Başarısız olunan ders ve konuların, yazılı ve sözlü sınav sorularının yeniden incelenip değerlendirilmesi ve doğru cevapların öğrenildiğinden emin olunması etkin öğrenmeye yardımcı olacaktır. Bir konu sadece bir kitaptan değil başka kaynaklardan yararlanarak da tekrar edilmelidir. Unutma, en fazla, tekrar yapılmadan geçen ilk 24 saat içinde gerçekleşmektedir. Bu nedenle, dersler ve özellikle yeterince anlaşılmamış konular bu süre içinde tekrar edilmeli ve akılda kalıcı, günlük yaşantıya uyarlanabilen ilişkilendirmelerden yararlanılmalıdır.''

Kaynak: Zaman-Eğitim

Matematik Fıkraları

TEZ DANIŞMANI
Bay Tilki bir gün ormanda dolaşırken Bay Tavşan’a rastladı. Bay Tavşan bir şeyler yazmakla meşguldü.- Kolay gelsin, Bay Tavşan. Ne yazıyorsuunuz?- Doktora tezimin 1. bölümünü yazıyorum..- 1. bölümde teziniz ne?- Tavşanlar tilkileri nasıl parçalar? - Yapmayın! Bu hiç de doğru değil. Bu biir bilim adamına yakışmayacak ciddiyetsizlik. Teziniz kökten yanlış.- Yaa..! Öyle mi? dedi Bay Tavşan, ‘Pekii, gel de deneysel kanıtı gör öyleyse.’Bay Tavşan önde Bay Tilki arkada çalılığın arkasına doğru ilerlediler. Bir süre sonra Bay Tavşan yüzünde gülümsemeyle çalılıktan çıkıp geldi ve yerine oturarak yazmaya devam etti.Bir zaman geçti. Bay Kurt’un yolu Bay Tavşan’ın bulunduğu yere düştü. Bay Kurt sordu:- Kolay gelsin, Bay Tavşan. Ne yazıyorsuunuz?- Doktora tezimin 2. bölümünü yazıyorum..- 2. bölümde teziniz ne?
UNUTKANLIK
Bir bilim adaminin deney raporlarindan:1. gun : Fare uzun sure labirentin icinde dolandi ama peyniri bulamadi. Icguduleri zayif.3. gun : Negatif. Sadece labirenti degil, odanin hemen her yerini aradi; tum dolaplari, cekmeceleri, kavanozlari karistirdi. Hatta bir tablonun arkasina ve ceplerime bile bakti. Bu fare tam bir salak.7. gun : En ufak bir ilerleme yok. Artik arama istegini bile kaybetti, telefonla kosedeki bufeden iki karisik tost, bir ayran istemis. Zekadan boylesine yoksun olusu deneylerimde yol almami onluyor.18. gun : Zamanla becerilerini gelistirmesi lazimdi,ama sifir! Bursa’dan aradi, ‘kaygilanmamami, peyniri bulacagini’ soyledi. Ona gittikce peynirden uzaklastigini anlatmaya calistim, ama dinlemedi. Ciddi zeka problemi!74. gun : Umutsuzluga kapiliyorum; fare, henuz bir zeka belirtisi gosteremedi. En son Tibet’ten aradi, hayatin anlami gibisinden birsey buldugunu soyledi. Ama peyniri bulamamis ve artik umrunda da degilmis. Aptal hayvan! Hayallerimden ve
MATEMATİK FİNALİ
4 tane üniversite öğrencisi, uyanamadıkları için matematikfinaline geç kalırlar ve okula gidince hocaya arabalarının lastiğininpatladığını söylerler… Hoca ilk basta inanmaz ama öğrencilerininyalvarmalarına dayanamayarak, onları 3 gün sonra sınav yapacağını söyler.Sınav günü gelince hoca, 4 öğrencinin hepsini bos bir salonun ayrı ayrıköşelerine oturtur.Sınav geçme sistemi şöyledir: 100 üzerinden 50 puan alan herkessınavı geçebilir… Hocanın hazırladığı sınavda ise ön sayfada 10′arpuanlık 4 tane basit matematik sorusu vardır… Bunları kolayca çözerler.Arka sayfada ise 60 puanlık 1 soru vardır: “Hangi lastikpatladı?
MATEMATİK
İki Matematikçi, aralarinda mesleklerinin ne kadar önemli olduğunu konusuyorlar. Sonra içlerinden biri diğerine dert yaniyor:“Ah azizim ah! Matematiğe yeterince önem verilmiyor. Aslında konuya devlet el atmalı ve Matematik bilmeyenlerden vergi toplanmalı.Diğeri cevap veriyor:“Sayısal Loto da bu ise yarıyor zaten
MATEMATİK
Emekli öğretmen yolda giderken, yanına son model bir araba durmuş. İçinden çıkan bir genç:- Hocam sizi gideceğiniz yere kadar götüüreyim.Öğretmen genci tanımamış. Genç:‘Benim hocam Hacıbekir, tanımadın mı? Kayseri Lisesinden’Öğretmen biraz hafızasını yoklayınca genci tanımış.- Lan oğlum Hacıbekir seni tanıdım ama, bu ne zenginlik, sen fakir bir öğrenciydin.Hacıbekir anlatır:-Öyleydim hocam ama, okuldan sonra ticarrete başladım. Kısa zamanda biraz para kazandık.Bunu duyan öğretmen iyice şaşırır:- Lan oğlum ticaret hesap işidir. Ben seni matematikten sınıfta bırakmamışmıydım. Sen sanıl ticaret yapıyorsun?- Valla hocam matematik falan bilmem. (11)’e alıp (4)’e satıyorum. Aradaki %3′le de geçinip gidiyoruz.
MISIR
Delinin biri kendini mısır zannediyormuş.Uzun süre tedavi gördükten sonra doktor iyileştiğine karar vermiş ve taburcu etmiş.Deli tam hastanenin kapısından çıkarken kapının önünde bir tavuk görür ve koşarak doktorun yanına gider.Doktora “kapının önünde tavuk var doktor bey” .Doktor;” ama biz sana mısır olmadığını söylemiştik ve sende artık mısır olmadığını öğrenmiştin” der. Deli “tamam doktor bey ben mısır olmadığımı biliyorum ama tavuk biliyor mu? .
SAYISAL LOTO
İki matematikçi aralarında mesleklerinin ne kadar önemli olduğunu konuşuyorlar. Sonra içlerinden biri diğerine dert yanıyor.-“Ah azizim ah! Matematiğe yeterince önem verilmiyor. Aslında devlet bu işe el atmalı, matematik bilmeyenlerden vergi toplamalı”Diğeri cevap veriyor:“Sayısal Loto da bu işe yarıyor zaten.” .
TASAVVUR
Bir Matematikçi ve bir Mühendis, ünlü bir Fizikçi’ nin seminerine katılırlar. Seminer 9 boyutlu uzayda cereyan eden bir takım işlemler içermektedir. Matematikçi’ nin seminerden oldukça keyif alır görünmesine karşın, Mühendis çok zorlanmaktadır. Başı çatlayacak derecede ağrımaya başlayınca dayanamayıp sorar:
- Bu garip ve zor şeyleri nasıl anlayabiliyorsun?Matematikçi gayet sakin cevap verir;- Sadece olayı tasavvur ediyorum.- 9 boyutlu bir uzayı nasıl tasavvur edebilirsin ki?- Aslında çok kolay. Sadece n boyutlu bir uzay tasavvur ediyorum. Daha sonra n ‘i 9 ‘a götürüyorum.
AK YOLCULUĞU
İki Matematikçi bir uçak seyahatine başlarlar. Havalandıktan bir saat sonra bir anons duyulur;- Sayın yolcularımız. Uçağımızın dört motorundan biri arızalanmıştır. Endişe etmeyiniz. Üçmotorla uçuşu tamamlayabiliriz. Fakat beş saat sürecek yolculuğumuz yedi saate uzamıştır.Yola devam ederler. Kısa bir süre sonra yeni bir anons duyulur;- Sayın yolcularımız. Uçağımızın sağlam olan üç motorundan biri arızalanmıştır. Endişeetmeyiniz. İki motorla uçuşu tamamlayabiliriz. Fakat yolculuğumuz on saate uzamıştır.Derken az bir vakit sonra üçüncü anons duyulur;- Sayın yolcularımız. Motorlarımızdan biri daha arızalanmıştır. Fakat paniğe kapılmayınız.Tek motorla da uçuşu tamamlayabiliriz. Ancak yolculuğumuz on sekiz saate uzamıştır.Bu son anons üzerine Matematikçilerden biri şöyle der;- Umarım bu son motor da arızalanmaz. Yoksa sonsuza kadar burada kalacağız…
FONKSİYONLAR
Fonksiyonlar bir gün bir seminer tertiplemişler. Seminere birkaç fonksiyon katılmış. Her fonksiyon özellikleri hakkında bilgiler vermeye başlamış. Derken içlerinden biri kapıya bakarak aniden bağırmış “Dikkat türev geliyor!”. Hepsi apar topar kaçmaya başlamışlar. Ancak ex hiç istifini bozmamış. Türev ağır adımlarla içeri girmiş ve tek başına oturan fonksiyonu görüp “sen benden korkmuyor musun?” demiş. Hayır, ben ex im diye yanıtlamış kendine güvenen bir edayla. “Yaa” demiş türev. “Peki, sana benim x’e göre türev alacağımı kim söyledi?”
HERŞEY AYNI RENKTEDİR
Teorem: Herşey aynı renktedir. İspat: Bir önceki teorem kullanılarak denebilir ki: “Her x için, eğer x bir atsa, x aynı renktedir”. Burada kullanılan “x bir atsa” ifadesi herşey için kullanılabileceğinden herşey aynı renktedir. /matklu.gop.edu.tr/
TÜREV
Günün birinde birkaç fonksiyon bir kafede oturmuş, sıfıra ne kadar hızla yakınsadıkları gibi konular üzerinde tartışıyorlarmış. Derken içlerinden biri kapıya bakarak aniden bağırmış “Dikkat türev geliyor!”. Hepsi apar topar sandalyelerinin altına saklanmışlar, ancak ex hiç istifini bozmamış. Türev ağır adımlarla içeri girmiş ve tek başına oturan fonksiyonu görüp “sen benden korkmuyor musun?” demiş. Hayır, ben ex’im diye yanıtlamış kendine güvenen bir tavırla. “Yaa” demiş türev. “Peki benim x’e göre türev alacağımı kim söyledi?”
NAZİ KAMPI
Hitler birgün kamplardan birini ziyaret ederken oradaki tutuklulardan birine sorar:• - 5, 3 daha kaç eder?Mahkum 6 diye cevap verdiğinde yanındaki kurmaya döner ve kızgın bir ses tonuyla:• - Ne biçim toplama kampı bu?..diye azarlar.
NASREDDİN HOCA
Nasreddin Hoca bir gün heybe almak için pazara gider. Güzel bir heybe görüp pazarcı ile pazarlık yapar ve 1 akçeye anlaşırlar. Tam oradan ayrılacaktır ki daha güzel bir heybe dikkatini çeker:- Kaç akçe şu heybe muhterem?- 2 akçe hocam.- Aldım gitti, diyen hoca elindekini bırakır ve onu alıp tam gidecekken pazarcı seslenir:- Hocam. Bu heybe 2 akçe. Sen 1 akçe verdin.Hoca sinirlenir:- Bre cahil adam! Sana önce 1 akçe verdim. Sonra da 1 akçelik heybe bıraktım! İkisi eder 2 akçe. Daha benden neyin parasını istersin!
MECLİSTE
Osman Yüksel’in milletvekili olduğu yıllardır. Bir gün meclis kürsüsünde, kendisine lâf atan vekillere dayanamaz ve:“-Bu meclistekilerin yarısı eşektir!” der ve iner kürsüden.Bunun üzerine meclis karışır ve herkes kendisinden sözünü geri almasını ister. Arkadaşlarının da ricası ile tekrar kürsüye çıkar ve keskin zekâsını gösteren ve vekilleri rahatlatan şu sözleri söyler:“-Bu meclistekilerin yarısı eşek değildir!”
PARİTE OLAY
Olay, henüz döviz kurlarının uygulanmadığı yıllarda ABD-Kanada sınırındaki bir şehirde geçmektedir:ABD ve Kanada malum ki para birimi olarak ‘dolar’ kullanmaktadırlar. Yalnız her iki ülke de kendi paralarının daha değerli olduğunu iddia etmektedirler. Şöyle ki Kanadalılara göre:1 ABD Doları= 90 Kanada Centi, Amerikalılara göre ise :1 Kanada Doları= 90 ABD Centi.Bir amerikalı, cebindeki 1 dolarla dolaşmaya çıkar. Bir ara karnı acıkır ve simit alır (amerikan simiti!). Simitin fiyatı 10 centtir. Cebindeki 1 doları verir. Simitçi bozuk para ararken cebinin bir köşesinde 1 Kanada doları bulur, onu verir (90 cente eşit ya!). Derken sınırı yürüyerek geçer ve Kanada da dolaşmaya başlar. Kaleme ihtiyacı olduğunu hatırlar. Girer bir kırtasiyeciye. Kalemin fiyatı da 10 Kanada centidir. Cebindeki 1 Kanada dolarını verir. Kırtasiyeci de para üstü olarak 1 ABD doları verir. Oradan da ayrılıp evine döner. Sonra düşünmeye başlar:- Yahu sabah evden çıkarken cebimde 1 ABD dolarım vardı, şimdi de 1 ABD dolarım var. Pekiyi simitle kalemin parasını kim verdi?
BİR DERVİŞ
Garip dervişin biri büyük bir köşkün önünden geçerken evin ‘av meraklısı ve zalim’ olan beyi, yardımcıları ile ava gitmek için evden çıkıyorlardır. Dervişle selamlaşırlar. Aksilik bu ya o gün hiç bir şey vuramadan dönerler. Bey çok sinirlidir:“-Sabah ava giderken karşılaştığımız o dervişi bulun çabuk! Onun yüzünden işlerim ters gitti. Uğursuzu getirin bana!”Yardımcıları hemen dervişi bulup beyin huzuruna çıkarırlar. Bey kükrer:“-Bre uğursuz adam! Senin yüzünden elimiz boş geldik! Hiçbir şey vuramadık! Tiz vurun kellesini!”Derviş, beye şöyle der:“-Beyim sabah selamlaştık. Siz hiçbir şey vuramadınız. Ben ise kellemi kaybediyorum. Siz söyleyin, hangimiz daha uğursuzuz?”
HIZLI KAPLUMBAĞA
Bu paradoks, Zenon Paradoksu olarak ta bilinir:Hikaye bu ya, kaplumbağanın biri yolda Carl LEWİS’le (Bu ismin gerçek hayatla hiçbir ilgisi yoktur!) karşılaşır. Kısa bir sohbetten sonra kaplumbağa, Lewis’e 100 metre yarışı teklif eder. Önce bu teklife gülüp geçen Lewis, kaplumbağanın gayet ciddi ve ısrarcı olması üzerine isteksiz bir şekilde teklifi kabul eder:- Tamam yarışalım ama neyine güvenip benimle yarışmaya kalkıyorsun be birader?Kaplumbağa, yalnız bir şartı olduğunu söyler:- Senden tek isteğim, ben yarışa 10 metre önden başlayacağım. Bu şartla beni kesinlikle geçemezsin. Ne o yoksa korkuyor musun?Lewis kaplumbağanın şartını kabul eder. Yalnız kaplumbağa bir açıklamada bulunur:- Yarışa başladığımızda sen benim ilk başladığım noktaya geldiğinde ben biraz önde olacağım(mesela 10 metre). Bu anda filmi dondurup farkı göre biliriz. Tekrar harekete başladığımızda sen ikinci kez yarışa başladığım noktaya geldiğinde ben biraz daha önde olacağım(mesela 10 cm). Tekrar hareket ettiğimizde benim son olarak geldiğim yere geldiğinde ben mutlaka senin önünde olacağım. Dolayısı ile sen hiçbir zaman beni geçemeyeceksin.Bu sözleri duyan Carl LEWİS, yarışma fikrinden vazgeçer. Mâlum, itibar meselesi…
AĞANIN ATLARI
Zengin bir köy ağası vefat eder. Vasiyeti açılır. Mallarının yarısını(1/2) büyük oğluna, dörtte birini(1/4) ortanca oğluna ve beşte birini(1/5) küçük oğluna bırakmıştır. Bütün mallar paylaşılır ancak Ortada 19 tane de “at” vardır. 19′u ne ikiye, ne dörde, ne de beşe bölmek mümkündür. Köyün en akıllı adamına gidip akıl danışırlar. Adam da onlara yardımcı olabileceğini söyler. Der ki:-”Benim de bir atım var. Alın bunu size veriyorum. Oldu mu 20 at? Yarısını sen al bakalım (10). Dörtte birini de (5) ortanca kardeşin alsın. Beşte birini de (4) en küçüğünüze verelim. On, beş daha onbeş. Dört daha ondokuz. Verin bakalım şu bizim geriye kalan düldülü…!
MÜFETTİŞ PARADOKSU
Bir işyerini, önümüzdeki on gün içinde vergi müfettişleri denetlemeye gelecektir. Müfettişler, mantık oyunlarını sevdikleri için işyeri yetkilisine telefon açarlar ve:-”Hangi gün geleceğimizi, o günün sabahında tahmin edebilirseniz, denetimden kurtulacaksınız” derler.Defterleri denetimden geçemeyecek kadar karışık olan işyerinin yetkilisi, biraz düşünür ve müfettişlere:-”Galiba bu denetimi yapamayacaksınız efendim. Çünkü buraya geleceğiniz günü çok kolay tahmin edebilirim. Şöyleki:Denetimi, onunucu ve sonuncu güne bırakmazsınız. Çünkü ben ilk dokuz gün gelmediğiniz takdirde onuncu gün geleceğinizi hemen bilirim. Dokuzuncu gün de gelmezsiniz. Çünkü ilk sekiz gün içinde gelmezseniz, dokuzuncu gün geleceğiniz açıkça belli olur. (Onuncu gün gelmeyeceğinizi az önce ispatlamıştım). Onuncu ve dokuzuncu gün gelemeyeceğinize göre denetimi, sekizinci güne de bırakamazsınız. Çünkü ilk yedi gün içinde gelmediğiniz takdirde sekizinci gün geleceğinizi hemen anlarım…Yetkili, mantık oyunlarına müfettişlerden daha meraklıymış:)
DELİ Mİ AKILLI MI?
Mahallenin delisi, sokağa yeni taşınan komşularının eşya taşıyışlarını seyrediyordu. Evin babasının gayet güçlü ve iri yarı bir görüntüsü vardı. Kültürlü bir insana benziyordu. Eşyaları bir çırpıda 5. kata çıkarıyordu. Bir süre onu seyreden deli, yavaş yavaş yanına yaklaştı. Onun geldiğini fark eden adam, bir şeyler sormak istediğini anlayıp beklemeye başladı. Nihayet deliden soru geldi:“- Bu eşyaların neden hepsini birden taşımıyorsun?”“- Dikkat etmedin galiba. Burada bir kamyon eşya var. Hepsini bir seferde nasıl taşıyacağım!?”“- Bir seferde taşıyabileceğin miktarda eşyayı sırtladığında, üzerine o ağırlığın binde birini koyarsam yine taşıyabilir misin?”“- Elbette. Ne kadar fark edecek ki?”“- Öyleyse tekrar binde birini koyabilirim ve sen yine taşıyabilirsin.”“- Doğal olarak! Binde birlik ağırlık farkı, beni etkilemez”“- Pekiyi bunu devamlı yaptığımda tüm eşyaları yüklemiş olmaz mıyım?”“- Eeee şeyy… evet.”“- O halde neden hepsini birden taşımıyorsun!?”
PARA ÜSTÜ
Adamın biri kafeye gelir ve bir kola içer. Garson hesabı almaya geldiğinde fiyatı sorar. Kola fiyatının 260.000 lira olduğunu öğrenir ve yirmi altı tane on bin liralık demir parayı üstüste dizer. Garson tam parayı alacakken, bir vuruşta hepsini yere saçar. Birşey diyemeyen garson içinden söylene söylene paraları toplamaya başlar. Ertesi gün aynı adam, aynı garsondan bir kola ister. Hesabı öderken aynı şekilde yirmi altı tane on bin liralık demir parayı üstüste dizer. Garson tam parayı alacakken, yüne bir vuruşta hepsini yere saçar. Garson çok sinirlenir fakat birşey diyemez ve paraları toplamaya başlar. Bir sonraki gün aynı adam aynı kafeye tekrar gelir ve yine bir kola içer. Fiyatı sorar garsona. Neler olacağını bilen garson bezgin bir şekilde:- 260.000 TL. diye cevap verir.O da ne?.. Adam cebinden bir beşyüz binlik çıkarıp uzatır garsona. Garson büyük bir keyifle yirmi dört tane on binliği üstüste dizer ve tam adam alacakken öncekilerden çok daha kuvvetli bir vuruşla paraları kafenin içine saçar. Adam hiç istifini bozmaz. Cebinden iki tane daha on binlik çıkarıp atar diğer paraların arasına:- Boşver… Bir kola daha ver bana…
TERS MANTIK
Temel coğrafya öğretmenine sorar:- İstanbul’dan Ankara’ya uzaklık kaç kilometre?..- 450…diye yanıtlar öğretmeni. Temel bunun üzerine:- Peki Ankara’dan İstanbul’a uzaklık kaç kilometre?.. diye sorduğunda öğretmen hiç düşünmeden:- Aynı uzaklık, 450…diye cevapladığında Temel biraz duraklar ve itiraz eder:- Öyle olmayabilir, mesela Ramazan Bayramı’ndan Kurban Bayramı’na iki, Kurban Bayramı’ndan Ramazan Bayramı’na ise on ay var…
YAZI-TURA
Bir matematik öğrencisi finale çalışamamıştır ve sınava girdiğinde bakar ki sorular doğru/yanlış tipinde. Ne yapacağı bellidir. Çıkarır bir bozuk para ve yazı-tura atarak imtihanı cevaplandırmaya başlar. Gözetmen de bir yandan takip etmektedir onu. Bu şekilde iki saat geçer. Herkes sınıfı terketmiştir fakat o hala yazı tura atmaktadır. Gözetmen dayanamaz ve gelip sorar:- Sınava çalışmadığın ortada. Kitapçığı bile açmadın ve yazı-tura atarak cevaplandırıyorsun. Peki seni bu kadar uzun süre meşgul eden nedir?Öğrenci hiç istifini bozmaz ve bozuk parayı fırlatmaya devam eder:- Şşşt, cevapları kontrol ediyorum.
YARDIM TALEBİ
Çocuk babasından matematik ödevini yapmasına yardım etmesini ister ve- Doğru olmaz oğlum.cevabını alır fakat o ısrarlıdır:- En azından dene baba…
MATEMATİKÇİ

Balonla seyehat etmekte olan bir grup yolunu kaybeder ve biraz alçalarak aşağıdaki kişiye yaklaşırlar. İçlerinden biri aşağıya bağırır:- Heyyy!.. Şu anda nerdeyiz?..Aşağıdaki şahıs onlara şöyle bir bakar ve biraz düşünüp dalgın dalgın cevap verir:- Bir balonun içinde ve oldukça alçaktasınız…Balondaki adam doğrulur ve arkadaşlarına:- Biliyor musunuz bu adam matematikçi.der. Bunun üzerine balondaki diğer şahıslar bunu nerden anladığını sorduklarında şöyle yanıtlar:- Birincisi, çok düşündü, ikincisi söylediği şey kesin olarak doğru… Üçüncüsü, bir işe yaramıyor…/
İDDİA
İki matematikçi aralarında tartışmaktadır. Bunlardan biri aslında matematiği herkesin az-çok bildiğini iddia ederken, diğeri de öyle olmayıp sadece eğitimini almış insanların bildiğini savunmaktadır. Sonunda bu meseleyi tartışarak halledemeyeceklerinin farkına varırlar ve teklifte bulunur herkesin bildiğini iddia eden:- Şurada bir restoran var. Girelim oraya ve oradaki garson kıza x’in integralini soralım. Kabul ediyor musun?Diğeri hemen kabul eder. Öyle ya, x’in integralini bilen kaç tane garson kız vardır ki? Ne var ki, bu tartışmayı planlamış bulunan diğeri daha önceden garson kıza gidip, ona bir miktar karşılık önererek kendisine sorulacak olan soruya x2/2 cevabı vermesi hususunda anlaşmıştır. Neyse, gelirler restorana ve o kızı görüp yanına gelirler. Kıza:- Afedersiniz, size bir soru sorabilir miyiz?derler. Kız kabul edince de soruyu sorarlar. Garson kız pek fazla düşünmeden:- x2/2diye cevap verir. Biri kazanmanın sevinci, biri de kaybetmenin hüznüyle teşekkür ederek ayrılırlarken garson kız arkadan seslenir:- Bir de C sabiti var
DENEY
Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir kimyacıyı bir ay süreliğine ayrı ayrı odalara kapatmışlar. Odalarda kilitli bir buzdolabı ve çeşitli araç gereç varmış. Bir ay sonunda odaların kapılarını açıp bakmışlar. Fizikçi mekanik bir makine yaparak buzdolabının kapısını kırmış ve karnını doyurmuş. Kimyacı çeşitli elementleri karıştırarak bir sıvı yapıp buzdolabının kapısını eritmiş. Son olarak matematikçinin odasına girmişler. Matematikçinin kurumuş cesedi duvara dayanmış bir halde yerde kanla şunlar yazılıymış:Teorem: Buzdolabını açamazsam ölürüm.İspat: Buzdolabını açtığımı varsayalım
İSKOÇYA KOYUNLARI
Bir mühendis ,bir fizikçi ve bir matematikçi iskoçyada trenin penceresinden bakarken siyah bir koyun görürler, mühendis hemen atılır;iskoçyadaki bütün koyunlar siyah der.Fizikçi söze karışır iskoçyadaki bazı koyunlar siyah diyerek.Ve matematikçi son noktayı koyar iskoçyada en az bir tarafı siyah olan en az bir tane koyun vardır.
İNDİRGEME
Bir matematikçi ve fizikçi fakültenin dinlenme salonun da oturup kahvelerini yudumlarken bakarlarki kahve makinası tutuşmuş,fizikçi hemen koşarak eline aldığı kovayı doldurarak ateşi söndürür.İkinci gün olacak ya aynı olay tekrar vuku bulur.Bunun üzerine matematikçi koşar kovayı alır getirir ve fizikçinin eline tutuşturarak problemi daha önce çözümlenmiş olanına indirgerYANGINBir mühendis ,bir fizikçi ve bir matematikçi bir hoteldedir.Derken mühendis burnuna gelen duman kokusuyla uyanır,hole çıkar ,bir de bakar ki bi yangın var.Eline geçirdiği bir kovaya su doldurarak yangını söndürmeye çalışır.Daha sonra fizikçi uyanır,aynı yangını görür ve yangın hortumunu bulur ve başlar hesap yapmaya;su basıncı, alevin şiddeti,aradaki mesafe falan derken hesaplara göre minimum miktarda suyla ve minimum enerjiyle yangını söndürür (ikinci versiyon yaptığı hesaplara göre yangının sönmeyeceği ortaya çıkar ve yatağına geri döner)Daha sonra matematikçi kalkar kokunun etkisiyle ve hole koşar bir de baksın yangın var.Derken cözüm aramaya koyulur.derken yangın hortumunu bulur ve ”çözümü buldum” diye bağırarak yatağına geri döner.
ÜÇGENİN TANIMI
İlkokulda, matematik dersinde öğretmen üçgenin alanını, cocuklaraşu şekilde öğretmiş: Bir üçkenarlının alanı, yatayımı ile diklesimininvuruşumunun, ikiye bölümüdür. Çocuk bunu güzelce ezberlemiş.Akşam babası evde sormuş:- Bu gün okulda ne öğrendiniz?- Matematik dersinde, bir üçkenarlının alanını öğrendik babacığım.- Ya öyle mi, peki nasıl öğrendiniz?- Bir üçkenarlının alanı, yatayımı ile dikleşiminin vuruşumunun,ikiye bölümüdür.- Yavrum, yanlıs öğretmişler size. Doğrusu : Bir üçgenin alanı,tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir.O sırada, bir yandan gazetesini okuyan, bir yandan da torunuyla oğlunun konusmasını dinleyen dede, dayanamayıp söze girmiş :İkinizin de tanımı yanlış! Bir müsellesin mesaha-i sathiyesi,kaidesiyle irtifaının hasıl-ı darpının nısfına müsavidir.
İNTEGRAL
İki erkek matemetikçi bir bara gider.Birincisi ikincisine ortalama bir kişinin matematik hakkında çok az şey bildiğini söyler.İkincisi buna katılmaz ve bir çok insanın yeterli miktarda matematikle başa çıkabileceğini iddia eder.Birinci matematikçi tuvalete gider. Onun yokluğunda ikinci matematikçi garson kızı çağırır.Ona bir kaç dakika sonra arkadaşı döndügünde kendisini tekrar çağıracağını ve bir soru soracağını söyler. Bütün yapacağı “iks küp bölü üç” diye yanıt vermektir.Kız tekrarlar `eks küp… ne?’ Matematikçi düzeltir `iks küp bölü üç’Kız: `Eks küp bölü üç?’ Evet der matematikçi. Kız tamam deyip, kendi kendine mırıldanarak uzaklaşır, `iks küp bölü üç, iks küp…’Birinci matematikçi döner ve ikincisi kendi görüşünün doğruluğunu kanıtlamak için iddiaya girmelerini teklif eder.Sarışın garson kıza bir integral soracağını söyler, birincisi gülerek kabul eder.İkinci adam garson kızı çağırır ve sorar `x karenin integrali nedir?’Garson kız yanıtlar `x küp bölü üç’, uzaklaşırken de ekler `artı bir sabit sayı’!
KAÇ KİŞİ VAR?
Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir biyolog bir kafeye oturmuş karşıdaki eve bakarlarken eve iki kişi girdiğini görürler. Bir müddet sonra evden üç kişi çıktığını gördüklerinde olayı şu şekilde yorumlarlar:Fizikçi: Gözlem hatası yaptım.Biyolog: İçerde ürediler.Matematikçi: Eve bir kişi daha girerse içerde hiç kimse kalmayacak.
GOLF
Bir rahip, bir doktor ve bir matematikçi golf oynamak maksadıyla golf sahasına gittiklerinde görürler ki saha doludur. Fakat işin enteresan yanı o sırada oyun oynamakta olan yaşlı dört adam oldukça kötü oynamaktadırlar. Sonunda dayanamayıp yetkiliye şikayet ederler:- Evet kabul ediyoruz, sıra onların fakat siz çok iyi bir kulüpsünüz. Bu kadar kötü bir oyunun oynanmasına nasıl seyirci kalabiliyorsunuz…Bunun üzerine yetkili o kişilerin kulübün ortaklarından olduklarını ve hepsinin kör olduğunu, bu yüzden o kadar kötü oynadıklarını söyleyince papaz pişmanlık ve mahcubiyet içerisinde:- Ben papazım, lütfen herhangi bir ihtiyaçlarında beni şu kilisede bulsunlar…der ve apar topar gider. Doktor aynı şekilde:- Ben dünyanın en ünlü göz doktorlarından biriyim. Herhangi bir şikayetlerinde onlara yardım etmeyi çok isterim…deyip hemen evine doğru yola koyulur. Matematikçi ise gayet soğukkanlı bir şekilde sorar:- İyi de niye gece oynamıyorlar?.

Neden Matematik Öğreniyoruz ?

Matematik uygarlığın aracıdır. Matematik çok yönlü bir bilimdir. Yayılma alanının ve derinliğinin sınırı yoktur. Bilim ve teknolojide olduğu kadar günlük yaşamda da vazgeçilmezdir. Çağlardan çağlara taşınan, ulusal sınır tanımayan, etkili, sağlam ve evrensel bir kültürdür. İnsanoğlu varoluşundan beri korkuyla, şüpheyle ve merakla içinde yaşadığı evreni tanımaya, doğa olaylarını açıklamaya ve doğaya egemen olmaya uğraşmaktadır. Gizlerini bilmediği için doğa olaylarını, yüzbinlerce yıl boyunca, korkuyla gözleyen insanoğlu, doğaya egemen olmak zorunda olduğunu kavradıktan sonra onunla amansız bir mücadeleye girmiştir. Bu mücadelede onun en hünerli aracı matematiktir.
Tarih öncesi zamanlardan beri insanoğluna doğa üstü görünen pek çok olayın bilimsel açıklaması matematik ile yapılabilmiştir, evrenin mükemmel düzeni matematik ile ortaya konulmuştur. Örneğin, gök cisimlerinin hareketi, insanoğlunun daima merak ettiği hatta korktuğu olgulardandı. Şimdi Ay'ın ve Güneş'in tutulmasından korkmuyoruz; hatta tutulmaların ne zaman ve nerede olacağını çok önceden hesaplayabiliyoruz. Gök gürlemesinden, yağmurdan, selden korkmuyor; barajlar kuruyor, evlere, fabrikalara enerji akıtıyoruz. Dünyada ve hatta gezegenler arasında etkin bir haberleşme ağı yaratıyor, üstün bir iletişim ortamı kuruyoruz. Temeli matematiğe dayanan Elektrik ve Magnetizma Kuramı olmasa günümüzün enerji ve iletişim sistemleri çalışmazdı; yani radyolarımız çalışmaz, televizyonlarımız göstermez; barajlarımız elektrik üretmezdi. Işığın nasıl yayıldığını kolayca açıklıyoruz. Işığı yalnız aydınlatmada kullanmıyoruz; örneğin, x ışınlarını, lazer ışınlarını insanlığın sağlığı, refahı ve mutluluğu için kullanabiliyoruz. Süper bilgisayarlar üretiyor ve binlerce kişinin binlerce yılda bitiremiyeceği işlemleri saniyelerde yapıyoruz. Romantizmin başlıca kaynağı olan Ay'a ayak basıyoruz... Bütün bunları matematikle yapıyoruz. Matematiğin uygulanmadığı hiçbir teknik alan yoktur... Matematik yalnızca çağdaş bilim ve tekniğin temel aracı değildir... Tıp, sosyal, siyasal, ekonomi, işletme, yönetim v.b. bilimler de matematiksel yöntemlere dayanmak zorundadır. Kısaca matematik, insan aklının yarattığı en büyük ortak değerdir. Evrenselliği onun gücüdür. Çağları aşarak bize ulaşmıştır, çağları aşarak yeni kuşaklara ulaşacaktır. Büyüyerek, gelişerek, insanlığa hizmet edecek; her zaman taze ve doğru kalacaktır. Bu nedenle, matematik öğretimi bütün dünya ülkelerinde özel bir önem ve önceliğe sahiptir.

Ders Çalışmayı NEDEN İstemiyoruz..?

























NEDEN ?

İnsanın içinde neden çalışma isteği uyanmaz?Neden bir türlü başalayamaz ya da başlasada arkasını getiremez.Hemde çalışırsa yapacağını - o kapasitenin kendisinde olduğunu - bile bile...

Yaklaşık 15 yıldır bu benim ilgi alanım oldu:)Neden,neden,neden...?İnsanları tutan ne?Kimileri güdümlü füze gibi hedefine kilitlenip,çalışıp başarılı olurken neden kimileri bunu yapamıyor?Çalışması gerektiğini bilip çalışamamak diye bir tabir bile oluştu artık dilimizde.Acaba neden...?

Cevaplara geçmeden önce zihnimin çalışma şeklinin, sorunların asıl kaynağına inmek üzerine programlandığını belirtmem gerek.Bu bir kişilik özelliği.İşte bu sebeple asıl cevapları bulmam biraz uzun sürdü:))Ama değdi doğrusu...(en azından kendi hayatım için bunu net olarak söyleyebilirim)

Şimdi gelelim bu soruların cevaplarına.

Bu çalışma isteğinin bir türlü gelmemesinin altında yatan en büyük sebep,genellikle,kaybetme ihtimalini kabullenmemektir.Halbuki insan biraz düşünse,bu ihtimali yeryüzünden söküp atacak bir güç yok ki...Hem bu ihtimallerle insan oluruz,kul oluruz hayatta.Öyle olmasa kibrimizden yanımıza yaklaşılmazdı.İnsan, birazda kaybederek insan olur.

Bu ihtimal sadece bizim için değil herkes için vardır.100 puan alsanız dahi bir yanlış tercihle puanınızı yakabilirsiniz.Yani eni sonu herşey nasiptir...Lakin insanoğlunun hayatı kontrol etme isteği bunu kabullenemez bir türlü.Hayat kontrol edilirmi hiç?Yarına çıkmaya garantimiz yokken ne kontolü Allah aşkına...?

Bu bir sınav...Her sonuca açık bir sınav.Taa en baştan olmama ihtimalini kabullenirseniz en büyük stres kaynağınız uçar gider.Stres beyni baskı altına aldığından zihininizin açıldığını,bilgileri daha kolay öğrendiğinizi farkedersiniz.

Hem olmasa ne olur ki...?Hayatta daha önemli olan şeyler yokmu?İnsan bunları düşününce bu kabullenme daha kolay oluyor.Yani bunları anlamak için illa amansız bir hastalığamı yakalanmamız lazım???

Cennet vatanımızda doğmak ise ne büyük nimettir.Afrikada da doğabilirdik.İç savaşların ortasında can derdine düşebilirdik.Bunları düşününce kpss ne kadar komik kalıyor.İç savaştan kaçıp gelen birine bunları anlatsak ne derdi acaba bize...

Kabullenin arkadaşlar.Sadece sınavın olmama ihtimalini değil hayatınızda şu an olan biten herşeyi kabullenin.Birşeyleri değiştirmeye azmedin ama öncesinde şu halinizi kabullenin.Şu an sizin için en iyi yer burası yani yaşadığınız bu hayat...Her haliyle her şekliyle bu böyle...Joe Vitale'in dediği gibi ''Şu anda nerdeyseniz,kimseniz,ne yaşıyorsanız bilin ki bu sizin için iyi olandır'' (biz buna hayırlı olan diyoruz).

Kabullenen insanın sırtından resmen bir dağ kalkar.Kabullenmek hayatla barışmak ,hayatla aynı safa geçmek demektir.Akıntıya karşı yüzmeyi bırakıp kendini akıntıya bırakmak az bir gayretle güzel sonuçlara ulaşmak demektir.Az bir gayret dedimde A grubu sınavlarına hazırlanan bir arkadaşım var.Tam bir kitap delisi.İnsan bir derse 10 kaynaktan çalışırmı:))Oluyormuş işte:)Bu arkadaşım 9-10 kaynak kullanıp sınavları veremezken iki ya da üç kaynaktan çalışıp sınavları kazananları görünce deliye dönmüştü.Bunun bir açıklamasınıda bulamamıştı.Konuştukça meselenin kaynak meselesi değil kabullenme meselesi olduğunu gördü.O başarısız olma İHTİMALİNİ zihninden söküp atmak için saldırıyordu kitaplara.Sonuç,hüsran...

Konuşmalarımız ilerledi ve bu arkadaşım çok iyi bir gelişme gösterdi.Hayatın büyük resminin içinde hedeflediği şeylerin aslında o kadarda büyük olmadığını gördü.Hayatındaki düğümleri birer birer çözdü.Daha çok şükretmeye başladı.Daha az şikayet eder oldu.Daha önceden kabullenemediği şeyleri bırakın kabullenmeyi güler geçer oldu.Sonuç,o şimdi bir bakanlıkta uzman yardımcısı...Hedefleri bittimi peki?Elbette hayır.Son sürat çalışmaya devam ediyor.

Hayatınızda olan biten herşeyi kabullenmek herşeyi delip geçen bir lazer ışını gibidir.Ona dayanabilecek bir zırh yoktur.Onun verdiği güç bambaşkadır.Motivasyonu, yaparsın koçum,haydi aslanım diyerek,başardığınızı sürekli hayal edin diyerek kazanacağını sananlar yanılıyorlar.15 yıl boyunca benimde yaptığım buydu.Çare değilmiş,geçte olsa anladım...:)

Sır,kabullenmekte...Sır,kpss'de değil sizin hayata ve kpss ye bakışınızda.Bir ara çalıştığım dersanede öğrencilerime şöyle derdim.Benim rehberlikte yaptığım şey çok basit aslında.Ellerimi yana ve yukarı doğru açarak bakın derdim,siz kpss yi ve memuriyeti gözünüzde işte böyle büyütüyorsunuz.Benim burda yaptığım ise kollarımı aşağı indirerek,bu gözünüzde büyüttüğünüz şeyleri küçültmek,hepsi bu...

Son olarak,elde etmek istediğiniz şeyin olması ya da olmaması sizin için aynı olduğunda(iç dünyanızda),elde etmek istediğiniz şeye %99 sahip olursunuz.Hemde ummadığınız bir anda,ummadığınız bir şekilde,ummadığınız artı güzellikleriyle.

Hayatın doğası budur.Şimdi seçim sizin.Ya buna karşı durun ve stresin en alası ile boğuşun ya da hayatınızda olan biteni kabullenip,olma ihtimali olanlarıda kabullenip hayatla aynı safa geçin.

Hayatı zorlaştıran birazda bizleriz...İnşallah artık bu sizin için tersine döner...

13 Ocak 2010 Çarşamba





Paradokslar

Paradokslar
Paradokslar, bilinen Batı felsefesinin başlangıcına dayanır.Batı felsefesi, yani Eski Yunan felsefesinin ilk düşünürleri paradokslarla ilgilenmişlerdir.Birçok paradoks, bu düşünürlerin isimleriyle anılır.
Paradoks sözcüğü Yunanca“Para : İleri”ve“Doxa : düşünce, inanış”sözcüklerinin birleşmesi sonucu oluşmuştur.Bununla birlikte paradoks sözcüğünün sözlük anlamı ise şöyledir:
“Görünüşte yanıltıcı olan insan, şey ya da durumdur.”
Yukarıda’da belirtildiği gibi paradokslar bilinen batı felsefesinin başlangıcına dayanır.Tarih içinde paradoks olduğu iddia edilen ilk örnek Yunan filozof Epimenides’in“Girit’li paradoksu” dur.Aslında Epimenides’in paradoks olduğunu iddia ettiği önerme bir paradoks değildir.Epimenides “Bütün Giritliler yalancıdır.”demişti.Bu önermedeki mantık hatasını ilgili bölümde açıklayacağız.Epimenides paradoksu olarak bilinen yukarıdaki önerme paradoks olmasa da Epimenides mantığını geliştiren günümüz filozofları “yalan paradoksları” olarak anılan gerçek paradokslar bulmayı başarmışlardır.
Paradokslar çok uzun yıllardan bu yana olmalarına rağmen matematik dünyası paradoksları 20. Yy da keşfetmiş denilebilir.Çoğu milat öncesine dayanan paradokslar ancak 20 yüzyılın sonlarından itibaren matematik dünyası tarafından tanınmış ve tartışılmaya başlanmıştır.Arada geçen yıllar boyunca paradokslar felsefe dünyasının sadece bir kısmı tarafından tartışılmıştır.
Paradokslar karakterlerindeki farklılıklara göre şu şekilde sınıflandırılabilirler:
•Zeno paradoksları
•Russell paradoksları ( Küme teorileriyle ilgili )
•Mantık paradoksları
•Epimenides paradoksları( Yalancı paradoksları )
•Sonsuzluk paradoksları
•Zaman yolculuğu paradoksları

1) Zeno Paradoksları
Zeno, matematik tarihindeki ilk büyük şüphecidir. Paradoksları matematikçileri yıllarca uğraştırmış ve paradokslarının yol açtığı araştırmalar sonucu matematiğin gelişimine büyük katkı yapmıştır.
Zeno’nun doğum ve ölüm tarihleri tam olarak bilinmemektedir. Ancak tahminlere göre Zeno, M.Ö. 495 yılında İtalya’daki bir Yunan kolonisinde doğmuştur. Doğduğu koloninin ismi Elea olduğundan Elea’lı Zeno olarak bilinir.
Parmenides adında bir filozofun öğrencisi olan Zeno, hocasına M.Ö 449 yılında Atina’ya yapılan bir yolculukta eşlik etmiştir. Bu yolculuğun, Zeno’nun geleceği açısından çok önemli olduğu düşünülmektedir. Elea’ya geri döndüğünde politikaya girmiştir. Bu dönemde şehrin gaddar yöneticisi olan Nearchus’a düzenlenen bir süikastta yer aldığı iddiasıyla tutuklanmıştır. Bu suikasttaki rolü yüzünden öldürülene kadar işkenceye maruz kaldığı ve bu şekilde öldüğü söylenir.
Zeno bir filozof ve mantıkçıydı. Matematikçi değildi. Bilinen tek yapıtı Epicheiremata’dır. Bu eserinde özellikle, hocasının fikirleri ve kendi fikirleri üzerine yazılar bulunmaktadır.
Zeno’nun asıl ünü paradokslarından gelmektedir. Zeno’nun 40’a yakın paradoksu olduğu biliniyor fakat günümüze bunlardan yalnızca 8 tanesi kaldı. Zaten Zeno’nun tek kitabının da tamamı şu anda bulunmamakta. Kitabının bir bölümü günümüze kadar korunabilmiş.
Zeno aslında hocası Parmenides’le aynı görüşlere sahip değildi. Parmenides’in savunduğu felsefe, gerçeğin sadece bir tane ve değişmez olduğunu söylüyordu. Ona gore, hareket, değişim, zaman ve çokluk kavramları küçük birer hayaldiler. Zeno’nun paradoksları ise bu görüşün tam tersini kabul ederek yazılmışlardı. Zeno’ya gore gerçeklik tek değildi, birçok gerçek olabilirdi, gerçek saçmaydı ve tezatlarla doluydu.
Dichotomy paradoksu : Hareket yoktur. Çünkü bir hareketin olabilmesi için belirli bir zaman diliminde belirli bir mesafenin yapılmış olması gerekir. Bunun için de istenilen mesafenin önce yarısı, sonar kalan mesafenin yarısı, daha sonra kalanın yarısı vb…gidilmesi gerekir. Ancak herzaman gidilmemiş bir “kalan yolun yarısı” olacaktır. Dolayısıyla hareket hiç başlamamıştır.
Tavşan-Kaplumbağa paradoksu : Hareketli bir tavşan hiçbir zaman kendisinden ilerdeki hareketli bir kaplumbağayı yakalayamaz. Çünkü kağlumbağayı yakalması için öncelikle, seçilen bir anda kaplumbağanın bulunduğu noktaya gelmesi gerekir. Tavşan o noktaya gelene kadar kaplumbağa biraz daha ilerlemiş olur. Daha sonra ilerideki kaplumbağanın o anda bulunduğu noktaya gidene kadar kaplumbağa biraz daha ilerler. Sonuçta kaplumbağa hareketli olduğundan, tavşan, kaplumbağayı asla yakalayamaz.
Ok paradoksu : Zaman “an” lardan oluşmuştur. “An”zamanın en küçük parçasıdır ve bölünemez. Bir ok hareketli veya hareketsiz olsun, aslında ok hiçbir zaman hareket edemez. Çünkü hareketin gerçekleşmesi için okun bir anın başlangıcında bir noktada, anın sonunda da başka bir noktada olması gerekir. Ancak bunun olması için “an” ın bölünebilir olması gerekir ki bu da tanıma gore mümkün değildir. Dolayısıyla ok aslında hareket etmemiştir.
2) Russell Paradoksları
Küme paradokslarının yaratıcısı ünlü İngiliz düşünür Bertrand Russell’dır. Russell paradoksu, mantık ve küme teorisi temeline dayanan paradokslar içinde en ünlüsüdür. Küme teorisi ile ilgili paradoksların yaratıcısı olması sebebiyle bu tarz paradokslara Russell paradoksları denir.
Russell’ın küme paradoksu: Russell’ın küme paradoksu, kendisini eleman olarak içeren ve içermeyen kümelerle ilgilidir. Bunun için öncelikle Greg Cantor’un küme aksiyomunu öğrenelim:
“ Serbest değişken olarak x içeren bir P(x) fonksiyonu, bu fonksiyonu sağlayan elemanların oluşturduğu bir küme tanımlar.”

Russell’ın küme paradoksu yukarıdaki aksiyomla ters düşmektedir.
Russell’ın küme paradoksu şöyledir:
"Çoğu küme, kendisinin elemanı değildir. Yani örneğin tüm kalemlerin kümesi bir kalem değildir. Dolayısıyla kalemler kümesinin bir elemanı olamaz. Bu tarz kümeler için “KEO” kısaltmasını kullanalım.
Bazı kümeler kendisinin elemanıdırlar. Örneğin yukarıdaki kümenin tersini düşünürsek. Kalem olmayan herşeyin kümesi yukarıdaki kümenin tersidir. Kalem olmayan herşeyin kümesi, aynı zamanda kalem olmayan birşey olduğuna göre kalem olmayan herşey kümesinin bir elemanıdır. Yani kendisini elaman olarak içerir. Bu tarz kümeler için “KE” kısaltmasını kullanalım.
Cantor’un küme teorisine ve kabul gören küme teorilerine göre yukarıdaki ik kümenin toplamı herşeyi verir. Yani bir küme ve o kümenin tersinin toplamı, evrensel kümedir. Bu kabulden hareketle tüm kümelerin ya “KEO” ya da “KE” kümelerinin bir alt kümesi olması gerekir. Yani daha basit anlatımla herhangi bir küme, ya kendisini eleman olarak içerir ya da içermez. Bu iki olasılıktan başka bir seçenek yoktur. Ancak Russell, bu iki kümenin de elemanı olmayan bir küme göstermiştir.
Şimdi, “TKEO” adında bir küme tanımlayalım. TKEO kümesi, kendisini elaman olarak içermeyen tüm kümelerin kümesi olsun. Bu küme kendisini eleman olarak içermeyen kümelerin kümesi olduğu için kendisini eleman olarak içeremez. Dolayısıyla bu küme “KEO” grubuna aittir. Bu kümenin, kendisini eleman olarak içermeyen kümelerin kümei olduğunu söylemiştik. O halde, bu kümenin kendisi de kendisini eleman olarak içermediğine göre( bu sonuca bu paragrafın 3. cümlesinde varmıştık) kendisini barındırması gerekir. Yani kendisini eleman olarak içermesi gerekir.
Görüldüğü gibi“TKEO” kümesi hem kendisini elaman olarak içerir hem de içermez. Oysa ki böyle bir küme olamayacağı, yani bir kümenin bu iki kategoriden yalnızca birine ait olabileceğini biliyoruz. Bu durumda ortaya bir paradoks çıkmış oluyor.”
3) Epiminedes Paradoksları
Yunan düşünür Epimenides yarattığını sandığı paradoks sebebiyle Epimenides paradoksları adı verilen birçok paradoksun bulunmasında birinci sebeptir.Kaldı ki uzun yıllar paradoks olduğu düşünülen “Bütün Giritliler yalancıdır” cümlesi aslında paradoks değildir.
“Bütün Giritliler yalancıdır” cümlesi neden yıllar boyu paradoks olarak algılandı?
Olasılıkları düşünelim:
Birinci olasılığa göre Epimenides doğru söylüyor olsun.Bu durumda bütün Giritliler yalancı olamaz çünkü Epimenides yalancı değildir.( Doğru söylediği için)
İkinci olasılığa göre Epimenides yalan söylüyor olsun.Bu durumda bütün Giritliler yalancı değildir.Bunu anlamış oluyoruz.Yani bazı Giritliler yalancı bazıları ise yalancı olmayabilir.Eğer Epimenides yalan söylüyorsa kendisi yalancılar grubuna girer geri kalanların bazıları da yalancı olmayanlar grubuna girer.Bu durumda bütün Giritliler yalancı değildir.Ama bazıları yalancı olabilir.( Epimenides gibi )
Yukarıdaki iki olasılık incelendiğinde ikinci olasılığın bu cümleyi paradoks olmaktan çıkardığını görüyoruz.Bu cümlenin paradoks olarak algılanmasının sebebi ise ikinci olasılığa göre bütün Giritliler’in yalancı olmamasının tüm Giritliler’in doğru sözlü olması olarak algılanmış olmasıdır ki bu yaklaşım yanlıştır.Ancak uzun yıllar sonra bu yaklaşımın yanlış olduğu anlaşılmış ve Epimenides’in önermesinin paradoks olmadığı kesinleşmiştir.
Günümüzde Epimenides’in önermesinden ilham alan düşünür ve matematikçiler Epimenides’inkine benzer gerçek paradokslar bulmuşlardır.Bu paradokslar Epimenides paradoksları olarak bilinir.
“ Bu cümle yanlıştır.”
Eğer yukarıdaki cümle yanlışsa cümlenin doğru olması gerekirdi, eğer cümle doğru ise cümlenin yanlış olması gerekirdi. Dolayısıyla yukarıdaki paradoks gerçek bir paradokstur

Bir başka paradoks da şölyedir:
Elinizde bir kart olduğunu düşünün. Kartın bir yüzünde şu yazsın:
“Bu kartın diğer tarafında yazan cümle doğrudur.”
Kartın diğer yüzünde ise şu yazsın:
“Bu kartın diğer tarafında yazan cümle yanlıştır.”

Okuduğunuz ince bir Türkçe kitap düşünün ve aşağıdaki yargılara bir göz atın;
1.BBu kitap 597 sayfadır.
2.BBu kitabın yazarı Conficius’dur.
3.BBurada belirtilen 1, 2 ve 3 önermeleri yanlıştır.

4) Sonsuzluk Paradoksları
Hilbert’in otel paradoksu : Sonlu sayıda odası olan ve tüm odaları dolu olan bir otel düşünün. Bu durumda bir müşteri otel görevlisine oda istediğini söylediğinde görevli yeri olmadığını söyler. Şimdi de sonsuz sayıda odası olan bir otel düşünün. Tüm odalar dolu olsun. Bu otele yeni bir müşteri gelip oda istediğinde acaba görevli aynı şekilde tüm odalarının dolu olduğunu mu söyleyecektir? Hayır. Görevli müşteriye 1 nolu odaya geçmesini söyleyebilir. Görevli 1 numaralı odadaki müşteriyi 2 numaralı odaya, 2 numaralı odadaki müşteriyi 3 numaralı odaya yerleştirir ve bu böylece sürüp gider. Sonuçta 1 numaralı oda boş kalmış olur.
"Sonsuz sayıda odası olan ve tüm odaları dolu olan bir otel düşünün. Yukarıdaki örnekten farklı olarak bu durumda bir müşteri değil, sonsuz sayıda müşteri gelsin. Görevli, sonsuz sayıdaki müşteriye de yer bulabilir.N1 odasındaki müşteriyi N2 odasına, N2 odasındakini N4 odasına, N3 odasındakini N6 odasına gönderir. Bu işlemi tüm odalar için yapar. Sonuçta tüm tek sayıdaki odalar boş kalacağı içinsonsuz sayıdaki müşteri odalara yerleşebilir."

ZAMAN YÖNETİMİ

ZAMAN YÖNETİMİ



BÖLÜM 1

ZAMAN: HAYATİ BİR KAYNAK

Yeterince zamanınız var mı ? Cevabınız kesin bir hayır ise, yöneticilerin büyük bir çoğunluğu ile aynı sınıftasınız demektir. Bu gerçekten ürkütücü, çok nazik bir durumdur. Birden zamanın yeterli olmadığını farkedersiniz. Aslında, hepimizin sahip olduğu zaman aynıdır. Ama bu, pek az insan için yeterlidir. Öyleyse zaman sorunun kendisi değildir. Sorun bizde! Yani sorun ne kadar vaktimiz olduğunda değil, sahip olduğumuz süre içinde neler yaptığımızda.

Eşsiz bir kaynak olan zamanı nasıl harcayacağımıza karar verebiliriz. Tıpkı öteki kaynaklar gibi zaman da çok etkili biçimde değerlendirilebilir veya boşa harcanabilir. Yazar ve danışman danışman Drucker şu gözlemde bulunuyor: “Zamanen az bulunan kaynaktır. Eğer doğru yönetilmiyorsa, hiçbir şey yönetilmiş sayılmaz.” Zamanın yönetimi konusu neden ihmal ediliyor? Çünkü bütün kaynaklar arasında görünüşe göre en az anlaşılan ve en kötü yönetileni zamandır. Paha biçilmez bir değerin kullanımını şansa bırakıyor, kontrol edip planlamıyoruz.

Aslında insan zamanı yönetmez, yönetemez! Çünkü akreple yelkovanın hareketi bizim yönetimimizin dışındadır. Bunlar durmaksızın hareket ederler ve biz ne yaparsak yapalım, zaman önceden kararlaştırılmış bir hızla akıp gider. Mesele saati yönetmek değil, kendimizi zaman içinde yönetebilmektir. Aşağıdaki listede çeşitli zaman tuzakları verilmiştir. Bunlardaki tuzaklardan sizin düştükleriniz mutlaka vardır. Dikkatlice inceleyiniz!.

Pek çok zaman tuzağının kendinizden kaynaklandığını belki de fark ettiniz. Zaman kaybına neden olan belli başlı öğeleri belirtmeleri istendiğinde çoğu yönetici önce, toplantı, ziyaretçi erteleme gibi dış kaynak ve nedenleri sayar. Oysa zaman yönetiminin sorunları içimizdeki düşman! Önceliklerin eksikliği yetki devrinin olmayışı, sürüncemede bırakma, plansızlık vb.

Şimdi kendinize bazı sorular sorun. Zaman tuzaklarından hangilerine siz neden oluyorsunuz? Hangilerini başkaları, dış kaynaklar dış kaynaklar oluşturuyor? Bu dış kaynaklardan hangileri kontrol altına alınabilir, hangilerini ortadan kaldırabilirsiniz? Bu soruları iyice düşünüp yanıtladıktan sonra, zaman kaybı sorununun hem ana nedeninin hemde çözümünün kendiniz olduğunu kabul ediyor musunuz? Öyleyse hiç kuşkusuz daha önce sözünü ettiğimiz sonuca geldiniz.

Yöneticinin Uzun Günü: Araştırmalar kişinin yönetim merdivenlerinde yükseldikçe, saat ve gün olarak daha çok çalıştığını ortaya koymaktadır. Clarence Randall, kendini işe kurban etmeye hazır, tek adam olduğuna inanan yöneticiyi tanıma yollarını şöyle tanımlıyor: Böyle biri, kendini ıstırap ve acıya adamış, sorumluluklarını bilen, feragat etmesi gerektiğine inanan bir kişiliğe sahiptir. Onu üstü kalabalık masasından tanıyabilirsiniz.

Başarısız yöneticilerin bir özelliği de, bunların aile hayatlarından özveride bulunmalarıdır. Genelde ailenin ihmali ve evlilik pahasına işleri yürütmeye çalışmak, iş veriminin düşmesine yol açar.

Zaman yönetiminin efsanevi düsturlarından birisi, insanın ne kadar çok çalışırsa o kadar çok iş başarabileceği şeklindedir.”Çok değil akıllıca çalış!” özdeyişi bu gerçeği yansıtmaktadır. Alında, pek az şey başaran bir yönetici, beceriksizliğini çok çalışıyormuş gibi görünerek dengeleyebilir. Etkili bir planlamayla çalışılan her saat, uygulamadaki kişiye üç yada dört saat kazandırıyor ve daha iyi sonuçlar sağlıyorsa, yöneticiler, iyice düşünüp taşınılmadan hiçbir işe başlanmasına izin vermemelidir. Planlama zaman almasına rağmen, sonunda vakit kazandırır ve daha iyi sonuç getirir. Kendine güveni olmayan kişilerin, amaçlarına pek uygun olmayan faaliyetlerde çalıştıkları sık görülür.

Demek ki işi başından aşkın yöneticiler boş zamanlarında ne yapacaklarını bilememekte. Bir psikolog işin insanın yaşamak için yaptığı değil fakat yapmak için yaşadığı bir şey olduğunu söylüyor.

BÖLÜM 2

KENDİNİZİ NASIL YÖNETİRSİNİZ?

Kendisine zaman yönetimi hakkında felsefesini özetlemesini istenen bir zat,: “zaman sana ait bir şeydir,”cevabını verdi.”Onun sana hükmetmesini izin vermemeli sen ona hükmetmelisin kendine hükmedemezsen zamana da hükmedemezsin.””insanoğlu doğayı kontrol edecek kadar akıllı ama kendini kontrol edemiyor. Gerçekçi bir öz değerlendirme kolay değildir. Kişi kendini içinde bulunduğu durumda ne kadar güvensiz hissederse bu analizden o kadar kaçınır.

Zaman Çizelgesi: Zamanı bir programa bağlamaya çalışan yöneticiler bu programı uygulayamadıklarını görmüşler.”Zamanın programlanması zorunludur. Çünkü başkalarının deneyimlerine bakarak bazı alışkanlıklarımızı değiştirmek son derece güçtür.

Sürüncemede Bırakmak: Alışkanlıklardan vaz geçebilmek için öz disiplin ve kararlılık gereklidir. Bir yönetici:sürüncemede bırakma huyunun kendisini neredeyse tuzağa düşürüp boğmak üzere olduğunu anlayıp savaşı şu basit kurallarla kazanmış:

1.Sürüncemede bırakma huyunun sizi felce uğrattığı alanı bulun ve onu fethedin.

2. İşleri önem sırasına göre düzenleyin ve sorunları sırayla halledin.

3.Kendinize zaman sınırları koyun.

4.Zor sorunlardan kaçmayın

5.Mükemmellik arayışınızın sizi felce uğratmasına izin vermeyin. Emin olana kadar her şeyi ertelerseniz hiçbir şeyi başaramazsınız.

BÖLÜM 3

NEDEN PLANLAMA?

Meşgul olmaktan daha kolay hiç bir şey yoktur, ama hiç bir şey verimli olmaktan daha güç değildir. Yöneticinin en zor görevi düşünmektir ve onlar bu görevi genellikle ihmal ederler. Bernard Baruch şöyle der “Bildiğim bütün yenilgiler, işlediğim bütün hatalar, özel yaşantılarda ve iş hayatında gördüğüm bütün budalalıklar, düşünmeden yapılan işler sonucudur”

Yönetim planlamayla başlar. Planlama; nereye gitmek istediğini ve oraya nasıl gideceğini mantıklı bir biçimde önceden kararlaştırmaktır.

İnsanın doğası planlı davranma kavramıyla bağdaşmaz, çelişir.

Önündeki işin çekiciliğine kapılan yöneticiler olduğu kadar ayakta

kalmanın ancak etkili bir planlama ile mümkün olduğunu bilen ve sonuna kadar mücadele eden yöneticilerde vardır

Zamanları olmadığı gerekçesiyle planlamaya karşı çıkan yöneticiler uzun vadede kazanacakları zamanı ve elde edecekleri yüksek verimi görememektedirler. Greenwalt şöyle der: Planlamada kullanılan her dakika uygulamada üç yada dört dakika kazandırmaktadır.

Aceleciliğin zararları şöyle tanımlanmış; Endişe aslında korkunun bir çeşitidir, yetersizliği farketmektir, buda güvenilir hedefleri ve iyi planları cesaretle düşünecek zaman bulamamaktan ileri gelir. Öte yandan acelecilik yöneticiye konulan zaman sınırlamasının kötüye kullanıldığının bir kanıtıdır.

Bir işi doğru yapmak için zamanınız yoksa düzeltmek için nasıl zaman bulacaksınız? Bir işi doğru yapmakla doğru işi yapmak arasındaki seçim verimli bir yönetici için güç değildir.

BÖLÜM 4

KENDİNİ DÜZENLEMEK

Günlük işleri düzenleyebilmeme yeteneğini kazanmanın yanında, yönetim hakkında öğrenmeniz gereken şeyler çocuk oyuncağı gibi kalır.

Yöneticinin verimini artırabilmek için, sesleri denetim altına almak gerekir. Büyük şirketlerde, bundan daha on yıl önce, araştırma ve geliştirme bölümlerini sessiz banliyölere taşımaya başladılar. Özellikle araştırma ile ilgili işlerde sessiz çevrenin önemi büyüktür. Rahatsız koltuklar, loş ışıklar, fiziksel yorgunluğa sebep oldukları için, iş verimini düşürebilir. Çalıma odasının aydınlatılmasında ışık eşit olarak dağıtılmalı, gölge yada yansıma oluşturulmadan masayı tamamen aydınlatmalıdır. Arkalığı olan rahat koltuklar, yöneticinin verimini artırması için yapılabilecek en iyi yatırımlardan biridir.

Dosyalama Sistemi: Kötü bir dosyalama sistemi, çalışanlar için sürekli, sinir bozan birşeydir. bilgi ararken zaman kaybına neden olur. Dosyalama elemanlarının işte bulunmaması durumunda, ortak bir sisteme duyulan ihtiyaç kendisini daha fazla hissettirir.

Uçak ve tren yolculukları, bir yöneticiye rahatsız edilmediği boş bir sure sağlanmalıdır. New York City’de çalıştığım yıllarda, bir trende ne kadar ne türde iş yapabileceğini bulmaya çalıştım Genellikle herkesin sadece bir şeyler okuduğunu, ya da uyuduğunu keşfettim.

Notlarla eli kolu bağlı bir işletmenin atardamarlarını tıkayan gereksiz kağıt akımıdır. Frank Nunlıst, bunu “kağıt ablukası”olarak tanımlıyor

Not denetimi de, form denetimi gibi envanteri gerektirir. Gecen ayın giren ve çıkan notlarını inceleyin. Kaçı gereksizdi?Kaçı daha kısa olabilirdi?Bu size, notlarla harcadığınız zamanı gösterecektir. Birçok yönetici, iş hakkında bir not yazmaktansa, o işi yaparak daha iyi çalıştığını keşfetmiştir.

Genellikle, hızlı okuma, kötü alışkanlıklarını yokederek, yerine iyi alışkanlıklar da kazandırmaktadır. Daha hızlı okuma için şu temel kuralları siz de uygulayabilirsiniz.

1.Her satır okurken başınızı soldan sağa çevirmeyin

2.Sözcüklerı okurken ağzınızı oynatmayın, ya da yüksek sesle söylemeyin.

3.Tekrar tekrar okumayın.

4.Okuma açınızı genişletin. her yeni satıra geçişte, tek tek sözcüklerle değil sözcük gruplarına bakın.

5.Kenardaki boşluklarla gözünüzü oyalamamak için, okumaya her satırın ikinci ya da üçüncü sözcüğüyle başlayın.

Anlayıp anlayamadığınızı ölçmek için kendinize, az önce okuduğunuz bir konu üzerinde birisine sorular sordurun. Bunu yapmanın daha iyi bir yolu da özellikle bu beceri üstüne hazırlanmış kitaplardan birini okumaktır. Bu kitaplarda, konuya ait testlerde vardır.

Seçici Okuma: Seçici okumanın üç genel kuralını şu şekilde açıklayabiliriz:

1. Kitabı okumadan önce içindekiler bölümüne bir göz atın.

2. Sonra onu baştan aşağıya çabucak bir gözden geçirin(örneğin 1 saat kadar) böylelikle yazarı ve üslubunu tanımış olursunuz.

3. İlgilendiğiniz konuları içerdiğini düşündüğünüz bölümleri dikkatle okutun.

BÖLÜM 5

KESİNTİLERİN ORTADAN KALDIRILMASI

Bir davranışın belirli bir kuralın çiğnenmesi olduğunu kabul etmek sorunu çözmez. Bu kuralın neden çiğnendiğini bulmakta gerekir. Aşırı çalışan gereğinden fazla ayrıntıyı sırtında taşıyan bir yöneticiye bütün bunları kendi hatası yüzünden olduğunu söylemek yetmez. İçinde bulunduğu güç durumu oluşturan marazi işlemi anlamaz ve bu, işlemin ilk belirtilerini fark etmeyi öğrenmezse kendini tekrar buna benzer güç durumlar içinde bulması kaçınılmaz olur.

Ziyaretçiler: Bir ziyaretçinin önemli bir iş için gelip gelmediğini bilmemek kapının pek çok açılıp kapanmasına yol açmaktadır.

Sekreterinize randevuları düzenleme sorumluluğu verin. Belirli kabul saatleri koyun ziyaretçilerle önce sekreteriniz konuşsun. Astın odasına siz gidin. Ziyaretçilerle odanızın dışında buluşun. Ayağa kalkarak konuşun. Sekreterinizin ziyaretleri denetlemesini sağlayın. Ziyareti zamanla sınırlayın. Belirli aralıklarla düzenli olarak buluşun.

Telefon: Ne gariptir ki zaman kazandıran en etkili aletlerden biri olan telefon aynı zamanda en büyük zaman tuzaklarından birisidir. Bu kadar yararlı bir araç neden kötüye kullanılmaktadır?Neden pek çok yönetici telefona hükmedeceğine onun kölesi haline gelir?

Hiç kimse bir doktor yada operatörden muayene yada ameliyat sırasında telefonlara cevap vermesini beklemez. Hiçbir jüri üyesi mahkemede iken telefonlara cevap vermez, hiçbir profesörden ders sırasında telefona cevap vermesi istenmez. Öyleyse yöneticilerden neden hep telefonun başında ve arayanın emrine amade olması bekleniyor.

Toplantılar: Neden grup toplantıları sorunları çözmede etkili olamaz bunun hem pratik hem de psikolojik pek çok nedeni vardır. Grup büyüdükçe bireyler arası iletişimi sağlamanın güçleşmesi bu nedenlerin başında gelir. Grup büyüdükçe toplantıya katılanların fikirlerinden yararlanma şansı azalır. Yönetici toplantıyı bitirememe durumunda kalır ve sorunlar çözülemez .

Aslında alışılmış toplantılardan önce genellikle ayak üstü konuşmalar yapılır, böylece konuşulacak olan meseleler hatırlanmış düşünceler tazelenmiş olur. Sorunu önceden tartışmak herkese konu üzerinde düşünme olanağı verir. Böylece toplantıya getirilmiş yeni fikirlere ve ciddi kararlara hazır olarak gelinir.

Bir toplantı sırasında zaman kaybetmek toplantıya zamanında girmemekle başlar. Bu sık sık şikayet edilen ama düzeltilemeyen bir hata olup bu konuda bir şeyler yapılması hiçte zor değildir.

Toplantının başında olan yönetici disiplinsiz kişilerin gruba yön vermesine izin verirse toplantılar asla zamanında başlamaz. Elbette vaktinde başlanılan bir toplantıya geç kalanlarda olacaktır. Toplantıyı zamanında bitirmek de önemlidir. Katılanlar başkanın toplantıyı zamanında bitirmekteki kararlılığını görür görmez kendilerini toparlayacak ve konuyu saptanan zamanda görüşeceklerdir.

Toplantıdan sonra en fazla zaman kaybettiren şeylerden biri alınan kararların tek tek yazılmamış olmasıdır. Başka bir zaman tuzağı da köyü yazılmış notlardır.

BÖLÜM 6

KARAR VERMEK

“En büyük zaman hırsızı kararsızlıktır!” diyor Charles Flory. Endişe o kadar yıkıcı bir şeydir ki, kişiyi daha günlük işlerine başlamadan yorar. Asıl kabul edilmesi zor olan, kötü bir kararın, hiç karar vermemekten daha iyi olduğudur.

Hata Yapma Korkusu: Haklı olmaktan sonra, en iyi şey haksız olmaktır; çünkü eninde sonunda bu sonuca varırsınız .Doğruyla yanlış arasında gidip gelirseniz tereddüde düşer hiçbir yere varamazsınız ama kesinlikle yanılıyorsanız doğru düşünmenizi sağlayacak bir olayla karşılaştığınız için kendinizi şanslı saymanız gerekir.

Bir hatanın sonuçlarından korkuyorsanız çekingen biri sayılırsınız. Her kararda risk vardır. Risksiz karar olmaz. İleri görüşlü şirket yönetimi risk alma işini destekler. İş hayatında en büyük kayıplardan biri yenilgi korkusuyla karar vermektir. hiç hata yapmayan kimse değerli ve işe yarar birşey de yapmıyor demektir. Hiçbir hata yapmayan bir işletme ya riski göze almıyordur yada ölüdür. Önemli olan hatalar değil onlardan alınan derslerdir.

Zaman Kullanımı: Karar açısından zamanın yönetimi çok önemlidir. Zaman sınırlaması konulmuş bir iş daima hızlı bitirilir. Zaman sınırlamaları mantıklı ve adil oldukları sürece iyi sonuç verirler.

İşe bitiş süresi koymanın en büyük sorunlarından biride gerçekçi olmayan zaman tahminleridir.

Yazar : Ray JOSEPH

Yayınevi : Epsilon

TOPLAM BORC 14 DOLAR 75 SENT

TOPLAM BORC 14 DOLAR 75 SENT

Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı. Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı;

Çimleri biçtiğim için 5 dolar
Odamı temizlediğim için 1 dolar
Alışverişe gittiğim için 50 sent
Küçük kardeşime baktığım için 25 sent
Çöpü attığım için 1 dolar
İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar
Bahçeyi temizlediğim için 2 dolar
---------------------------
Toplam borç 14 dolar, 75 sent

Anne, umutla kendisine bakan oğlunun elinden kağıdı aldı ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı;

Seni 9 ay karnımda taşıdım BEDAVA
Hasta olduğunda başında bekledim, elimden geleni yaptım, senin için dua ettim BEDAVA
Yıllarca değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm BEDAVA
Senin için geceler kaygı duyup, uykusuz kaldım BEDAVA
Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım giysilerini yıkadım, ütüledim BEDAVA YAVRUM
Ve bunların hepsini topladığın zaman gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün, bedavadır çünkü...

Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu.

Annesine baktı, "Anneciğim seni seviyorum" dedi ve kalemi alarak bu kağıda

"HEPSİ ÖDENMİŞTİR" yazdı

KAÇ LİRA DEĞERİNDEYİZ?

KAÇ LİRA DEĞERİNDEYİZ?

Bir kimyagerin araştırmalarına göre insanın değeri komik denecek kadar düşük olup adeta sudan ucuzdur. Çünkü vücûdumuzda 7 kalıp sabun yapacak kadar yağ, orta boyda çivi yapacak kadar demir, ancak bir kahve fincanı dolduracak kadar şeker, bir tavuk kümesini boyayacak kadar kireç, 2000 kibrit yakacak kadar fosfor, ufak bir topun atımına yetecek barut için potasyum bulunmaktadır.
Madde itibariyle bu kadar ucuz olduğu halde tek bir organını bile dünyaya değişmeyen insan, kendisine verilen bu değerin kıymetini bilmeli ve yine kendisini kâinatın dilenciliğinden kurtarıp, bütün mahlukatın sultanı yapan Zât’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirmelidir.
Aksi takdirde gerçek değer kokuşmaya mahkûm birkaç kilo et, birkaç litre kan ve bir yığın kemikten ibaret kalacaktır.

Template by - Abdul Munir | Daya Earth Blogger Template